İslâm, malların sadece zenginler elinde olmasını yasaklamış[1] ve insanları felakete sürükleyen faiz gibi şeyleri yasaklayarak zekât, sadaka, infak gibi ibadetleri emir ve tavsiye ederek zengin ve fakirlerin beraber yaşadığı huzurlu bir hayatı hedeflemiştir. Böylece toplumda sınıf ayrılıklarının, kutuplaşmanın önüne geçilmiş ve iktisadî hayatta adalet ve denge sağlanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte müslümanlara her alanda birbirlerine yardımcı olmaları emredilmiştir.
İslâm, getirdiği çözümlerle sınıflaşmayı önlemeyi hedeflerken imkânı olmadığından iş yapamayan, kalkınamayan orta sınıf denilen kimseleri yeniden topluma kazandırmayı hedeflemiştir. Fakirlerin, ‘Elimde bir şey yok, yardım eden de yok" diyerek tembellik yapmalarına müsaade etmemiş, çalışmalarını ve başkasının sırtından değil kendi el emekleri ile kazanmalarını emir ve tavsiye etmiştir.
Allah Teâlâ, zekât gibi hükümlerle orta halli olan kimselerin İslâm’ın öngördüğü çerçevede kalkınmasını ve müslümanların ekonomik yönden güçlü olmasını istemektedir. Orta sınıfın güçlenmesi demek, malın, paranın sadece zengin bazı kimselerin elinde değil orta halli ve fakir diğer müslümanların istifade etmesine sunulması, böylelikle İslâmiyet’in yücelmesi, müslümanların maddi ve manevi yönden daha güçlü olması ve düşmanlara karşı daha muktedir olması demektir. Zekât emrinin hikmet ve hedeflerinden biri de budur.
Zekât ve sadaka gibi toplumu kalkındıran emirlerin yapılması halinde orta sınıf daha çok güçlenecek ve kalkınacaktır. Yapılmaması halinde ise orta sınıf kabul edilen Müslümanlar daha da zayıflayacak, kötülükler çoğalacak, zenginler daha çok zenginleyecek, mal sadece bu kimselerin elinde dolaşarak daha çok kargaşaya, adaletsizliğe ve zulme sebep olacaktır.
Zekât zenginlerin elindeki varlıktan, ihtiyaç sahibi olan, çalışamayan veya çalışma kudretine sahip olduğu halde gerekli sermaye temininden mahrum olan kimselere, mallarının bir kısmını vererek onların mertebelerini ve güçlerini yükseltmeyi öngörmüştür.
Çok kimseler vardır ki iş yapabilecek kabiliyete sahip oldukları halde sermaye bulamadıkları için bir iş sahibi olamamaktadırlar. Çünkü sermayesiz bir iş yapmak çoğu zaman mümkün değildir, işte zekât, bu sermayeyi elde etme imkânını onlara verir.
Zekât malları sadece, altın ve gümüş değil ticaret malları, hayvanlar, yiyecekler, hayvan ve toprak ürünleri gibi çoğaltılabilecek, sermaye olabilecek, artmaya sebep olabilecek mallardır. Bunların zekâtlarının verilmesiyle de Cenâb-ı Hakk'ın izniyle bu alanlarda müslümanlar maddi ve manevi açıdan daha güçlü olacak ve ekonomi açısından kalkınacak, topluma mümkün mertebe âdil, huzurlu ve güvenli bir hayat gelecektir.
Zekât müessesesi bu yönü ile toplumda muazzam bir hareketlenme meydana getirir. İnsanlar arasında bir alışveriş husule getirir ve sınıf farklarını yok eder. Üst sınıfların ait sınıflara hor bakmaları azalır; alt sınıfların da gücü artar, kalkınır. Böylece cemiyet içindeki çatışmalar önlenerek bir huzur meydana gelir ve her türlü kötülük yolu ve anarşi engellenmiş olur.
Toplumda orta sınıfın çoğalması, piyasada rahattık meydana getirir. Mal yalnız bir sınıfın esiri olmaktan kurtularak fakirlerin de eline geçer, onların da kalkınma, satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, bütün cemiyet ferah ve huzur içinde yaşayabilme imkânına kavuşur.
Zekâtın diğer bir hedefi, insanları birbirinden uzaklaştıran ve toplumun huzurunu bozan sınıf farklarını ortadan kaldırmaktır, ilaveten zekât, en azından kendine uygun tarzda yaşama imkânı bulamayan fakir sınıfının isyan etmesini önler ve kendilerine değer verildiğinin farkında olurlar.
[1] Haşr 59/7.
EVLİYANIN DİLİNDEN Zekatın Hikmetleri, A.Suat DEMİRTAŞ, Semerkand Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder