Allahın Resulü (Sallallahü aleyhi ve senem) buyurmuşlardır :
«—Küçük cihad'dan büyük cihada döndük.
— Cihad-i Ekber nedir Ya Resulellâh? diye sordular..
— Nefisle mücadele etmektir, diye cevab verdiler. » (1)
«—En büyük cihat, nefis ve kötü temayüllerinle çarpışmandır.»
Yine Allah elçisi (s.a.v) şöyle buyurmuştur: «Düşmanların en büyüğü, iki omuzun arasında bulunan nefsindir! »
Bir hadis meali daha: «Ben ancak, en üstün âhlakı tamamlamak için gönderildim..» (2)
Nefsin ahlâkı çirkindir.. Onun hacminin küçük olmasına bakıp aldanma. Aslında o, yedi kat gök ve yerler kadar geniştir. O, alev alev yanan bir ateştir.
Onda, gözle görünmiyen bir çok canavarlar, şehvet köpekleri, öfke arslanları, muhalefet çakalları, hiyle ve desîse tilkileri, yatar!..
Çirkin vesvese, kötü temayüller askerleri ile sana saldırmak için şeytan ancak orada pusu kurabilir.. İşte bütün bunlar o ufacık kale içinde tam tekmil seni saptırmak, dünyaya ve geçici menfaatlerine taptırmak amacıyla çöreklenmişlerdir.
Kalbe gelince: O, bir şehirdir, içinde de melek oturur. Aslında O, lâtif, idrak edici, bilici, Ruha üfürülmüş, çam kozası şeklini andıran o et parçasından ap ayrı bir şeydir! Muhatap olan o et parçası değil, asıl muhatab olan akıldır. «Ey akıl sahipleri benden korkun, bunda kalbi olan için hiç şüphe yok ki bir öğüt vardır, kavrayan kulaklar» gibi ayetlerden kasd edilen mana işte budur!
Yukarıda işaret ettiğimiz nefis ise, şehvetin esiridir. Gaflet zinciri ile kıskıvrak bağlanmıştır. Baş döndürücü hayal ve kuruntularla perdelenmiştir. Dünyaya son derece meyli vardır hattâ dünyaya delicesine aşık olmuştur. Bu suretle başı dönmüş adeta sersemleşmiş bir şekilde aşağılık çukurlarına yuvarlanmıştır.
Kendisini felâkete sürükleyecek olan cesedinin teğziyesi, geliştirip büyütülmesi ile meşguldür! Evet, ona ülfet etmiş ve aşık olmuştur.
Bir gün nankör cisim, onu unutacak, onu bilmemezlik ve tanımamazlıktan gelecektir. Hattâ ona iade edildiğinde, ondan nefret edecektir ve nihayet Rabbmin şu seslenişini duyacaktır: «Dön rabbine, sen ondan razı, o senden razı olarak..» (3)
İşte bu hitab, muhatabın varlığını gerektirmektedir. Çünkü mevcud olmayan bir şeye hitab edilmez. Bir hadis meâli bunu ne güzel teyid etmektedir:
Her Perşembe ve Pazartesi günleri, ümmetimin amelleri bana sunulur. İyi gördüklerime sevinirim kötü gördüklerimin afv edilmesi için de Allah'a yalvarırım..
(Şunu bizzat hatırlatmak isterim:) Zanîlere karşı Allah'ın öfkesi son derece şiddetlidir!» (4)
Bir hadis meali daha:
— Bana çok salat-ü selam getirin. Çünkü Salâtınız bana sunulmaktadır.»
Şimdi sen, ey yalancı, ey sersem, ey gafil, ey tevilci! Bakıyorum da sâni' ve kadir olan Allah'ı bundan acizmiş gibi göstermeye yelteniyorsun da ruhların cisimlere avdet etmiyeceğinden söz ediyorsun! ve diyorsun ki: Ruhlar, san-ı kadim'e avdet eder...
Pekâlâ O ruhlar, onun zatımıdır, yoksa ondan başkası mıdır? Sualine ne diyeceksin Tabii tüyle bir sorunun karşısında apışıp kalacaksın!
Sonra sen, nasıl olur da inkâr yoluna sapabilirsin ?
Nasıl tahakküm edip de onun sonsuz kudretini inkâr edebilirsin ?
Seni, Annenin karnında büyüten, terbiye edip yetiştiren, kabir karnında terbiye edemez mi?
Birde şu iddiada bulunuyorsun:
— Kemikler çürüyüp bir birine karışınca bunlar bir birinden nasıl ayrılacak ?
— Görmüyor musun: Her şeye gücü yeten O büyük Sanî nasıl toprakları birbirinden ayırmış, ondan altın, gümüş, demir bakır ve daha binlerce madenler meydana getimiştir... Sen bunları yapamazsın amma Allah öyle mi ya ? O, Her şeye kadirdir. Dilediği şeyi, dilediğinde hemen yapmaya gücü yeter.
Sen acizsin. Bir şeyi yapmağa gücün yetmez.. Hem sen Ebû Ali Bin Sînâ'nın sözlerine aldanıyorsun. O, mu doğru söylüyor, yoksa Muhammed (Sallallahü aleyhi ve sellem) mi? Her ikisinin yaptığı işe ve söyledikleri söze iyi bak! Ondan sonra bir şeyin doğruluğuna veya doğru olmadığına hükmet!
Bu hususta aklın hükmüne müracaat et ve davâyı ona götür.
— Bu akıldır, O nakildir, diye itiraza kalkışırsan, o zaman ihtiyaçlarına verecekleri cevabı gözden geçir. Sonra verilen cevapların isbatını kendilerinden istemen gerekir. Buna yine kendin cevab verecek olursan o takdirde sen, ya muariz, ya da tabib olursun! Sonra sen? Ahiret doktoruna nasıl itiraz edebilirsin?
Senden önce gelenler sana nisbetle daha akıllı ve görgülü idiler. İtiraz ya da taciz'in küfür olduğunu anladılar da ondan kurtulma çarelerini arayıp iman ettiler.
Öyleyse sen ey insan, seni ikide bir şek ve şüphelere sürüklemeye çalışan nefsine cihad ilân et! Şeriata uy, Peygamberin buyruklarına karşı dikilme! Allah'ın sana bir hediyesi olan Kitabına saygı duyman gerek.
Kişinin, kıralın hediyesine karşı çıkması ve onu hiçe sayması çok çirkin bir şeydir!. Nefsine ram olup dediklerini yaparsan, boyun eğersen emin ol seni felâketlere sürükler..
Şu geceye, gündüze, yaza kışa, ilk bahar, son bahara, ölü haline gelen yerlerin tekrar dirilişine, ister istemez uyuyup uyanmana, bir bak! (Bunları kim idare ediyor, bu işleri kim düzenleyip yoluna koyuyor, hiç düşündün mü?
Daha nice böyle akıllara hayret veren açık deliller vardır ki sen onuları bilmezsin! (daha doğrusu bilmek istemezsin..) İşte bunları idrak etmeğe çalış ve sonra nefisle mücahede etmeğe devam et! Göreceksin nefsinin kötü arzularını yerine getirmek şöyle dursun, bilâkis onu kınıyacaksın! Onun güzel sıfatlarını da elde edeceksin.
(Çaresi mi? ) Çaresi, şöyle: Öfkeyi hoşnutlukla, kibri tevazuyla, cimriliği cömertlikle, hasisliği bağışlamakla, sükutu zikirle, uykuyu, uykudan fedakârlık yapmakla tokluğu açlıkla, gafleti intibahle, herkesin yanında oynayıp zıplamağı halvete çekilmekle, mudaheneyi sıdk ile, şehveti ezmekle, batılı hakla yenmekle elde edilir, nefis terbiyesi Ruhun kemali, aşağılık ve bayağı duyguların zevâli ancak bunlarla mümkün olur..
Varlığın için tehlike arz eden afetleri bertaraf edersen emin ol ki gaflet perdesi aralanır. Belki de büsbütün ortadan kalkar.
Şeytanın iğvâsına tabi olmak sevdasındasın. Bir de kalkıp Allah'ı sevdiğini iddia ediyorsun.
Hani tevhid halvetinin eserleri nerede?..
(İbret verici kısa bir kıssa:)
Bir gün Davud aleyhisselâm vaaz verirken biri uyudu. Bunun üzerine Allah:
— «Ey Davud! Bir kimse beni sevdiğini iddia edip de sonra uyursa, bil ki o, yalancının tâ kendisidir!» buyurdu.
(Kısa bir Kıssa daha:)
İbrahim Aleyhisselâm, Rüyasında oğlunu kurban etmekle emr edilince Oğlu ona:
İşte babacığım, dedi bu kişinin, dostunu unutarak uyumasının cezasıdır!..»
Adem (aleyhisselâm) uyuyunca Havvâ yaradılıp vücud alemine geldi..
Şair:
Hayret doğrusu, bir aşık nasıl uyur? Her uyku ona yasak (ve ar) olur....». demiştir.
Şunu iyi bil: Yukarıda anlatmıştık... Kalbin bir şehirdir. Nefsinin şeytanı; çirkin arzu ordusuna, dünya sevgisi askerlerini, vesveseleri, boş ümitleri, kötü zanları, boş meşgaleleri, muhalefet silâhları, ki bir boruları kötü şöhret davulları, hakaret kılınçları, hokkabaz adamları, toplayıp kalp şehrini yıkmak için hücuma geçer.
Bu askerler, bu şehri kuşattığı zaman, eğer o şehrin azığı manevî gücü, güzel ahlâktan meydana gelen adamları bulunmazsa, Şehir yıkılır.
Evet, şehrin gereği gibi savunması yapılmazsa, zikir bekçisi, uyursa sadakat ve samimiyet kaleleri yıkılır.
Nefis şeytanı kalp sırlarının üstüne çömelir, ameller hazinesinin perdeleri yırtılır, bütün ülkede şek, şüphe avemesi dolaşır, muamele ağaçları kesilir, amellerin malları yağma edilir. Emellerin meyvaları yenir, kitab hakkında şüphe vaki olup, insanlar dostlarına, arkadaşlık yapmaktan nefret duyar. Herkes mevlâsına asi olur.
Onların her birerleri heva ve hevesine tabi olup böylece hepisi burunları üstünde cehenneme sürüklenip giderler:
«(Azgınlar) derler: kendilerini (dünyada) bayağılardan saydığımız adamları neye görmüyoruz? Biz onları eğlence edinirdik. Yoksa gözler (imiz) onlardan uzaklaşıp kaydı mı?» (5)
Sende onlardan olmak istemezsen hazırlıklı ol, İman nurunun şerefine bak, gönlünü düzelt, dirileceğin gün elbet meyvasını görürsün! Kendini nereye alıştırırsan, ahirete de onunla gidersin!
Evet şunu bilhassa kulağına küpe yap:
Nefsini terbiye edersen ruhanî bir melek; gaflet ve şehvet peşinde koşarsan, Huzur-i İlâhî'den koğulmuş bir şeytan olursun..
Devamlı olarak kötülüğü emr eden nefsinle mücadele et ki, sana arz ettiği tehlikelerden kurtulup «levvâme» haline inkılâp etsin.
Sonra (çalışmak sayesinde) onu levvâme halinden «Mutmainne» makamına yükselt! Tıpkı Sultanın, basit bir memurunu, kâtip makamına oradan da vezirlik makamına nakl edip yükselttiği gibi..
Sonra onun davranışlarına bakar, inceler. Çünkü onun işleri başkasının işlerine benzemez. Başkalarınca kusur sayılmayan işler onun nazarında kusur sayılır. İşte nefsi terbiye etmekle meşgul olan kişi de böyledir.
Bir makamdan bir makama yükseltir ruhunu.. Zira Ebrarın hasenatı - iyilikleri - Mukarrebeleri (Onlardan daha ileri derecede olanların) seyieleri (kötülükleri) mesâbesindedir..
Kişiyi Allah'a götüren (yol kolay kolay kat' edilmez!) Zira Mesafe yaratıkların nefes sayısı kadar çok (uzak) dır. Makamlar, ruhların durumuna göredir... Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir makam'dan bir makama yükselirlerdi.. Onun yükseldiği makamlar, hep mükâşefe makamları idi.. Nitekim Cihan Peygamberi (s.a.v) buna bilhassa dikkati çekmiştir:
Kalbimi, şüphesiz şehvet kuşatabilir. Bu yüzden ben günde yüz defa Allah'a istiğfarda bulunurum (6)
Müminlerin emiri Ali (r.a), nefis hakkında bir nazmında şöyle buyurmuştur:
«— Dünya lezzetlerinden kendimi çektim, nefsimi buna alıştırdım..
Nefsim, zamanın şatafatına karşı değerli idi. Sarsılmaz azmimi görünce zillete boyun eğdi..
Ona şöyle haykırdım:
Ey nefis şerefli olarak öl! Dünya önce yüzümüze güldü, sonra arkasını döndü.. Geldiği zaman cömertlik onu tüketemez, arkasını dönüp gittiği zaman da cimrilik onu geri çeviremez...
(Evet!) nefis, yiğidin bıraktığı yerde durur: doyurursan başı dik, aç bırakırsan başı eğik olur...»
İmdi sen de onu terbiye et, sakın ona yüz verme!
Peygamberler, (aleyhisselâm) veliler (ve salihler) in makamlarına bak! Sevap ve senâyı ganimet bil.
Sadıkların zikri hiç bir zaman fasıkların zikri gibi değildir! Zamanla bunu mutlaka anlıyacaksın!
Boş sözleri ve yersiz davranışların çirkinliğini duymuşundur. Duymazsan bile az sonra meydana çıkacak duyacaksın.. Çünkü insanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanacaklardır !
Sen, meyvası olmıya, hiç kimseye gölgesiyle faidesi bulunmayan bir ağaç gibisin!
Evet sen, yalancı saçlarla başını süsleyen dazlak kafalı kadınlar gibisin. Emanet saç, başlarından düşünce dazlak kafaları meydana çıkacaktır!
Ne yazık ki sen, üzerindeki kılık kıyafetinin düzgünlüğü, göz alıcılığına kapıldın! Yarın kâfile kalkınca yolda kalacaksın zavallı! ..
Azığın da olmayacak ve kâfile çavuşuna, ne olur beni geri yolla da biraz azık tedarik edeyim kendime, diye yalvaracaksın..
Yalvaracaksın amma heyhat!...
Allah elçisine (sallallahü aleyhi vesellem) e, ölünün yanağındaki yaş damlasının sebeb ve hikmetinden sual ettiler... Şöyle cevab verdiler:
«— Küçük çocuk Levh-i mahfuzda ana-babasının acıklı durumunu müşahede ettiği için, büyükte kendi işlerini bizzat müşahede edip, hanımı, çocukları ve mallarını geride bırakıp gittiği için, gözlerinden yaş akıtırlar ve bu yanaklarında görülür..»
İşte ey gafil! bundan öğüt al, durumunu bir kerre daha gözden geçir!
Seni uyanmaya davet ettim... Gönlünü ve himmetini uyanık tut! Şüphe yok ki zafer senindir..
Bütün gayesi yemek yeyip karın şişirmek olan kimsenin değeri, karnından çıkardığı şey kadardır.
(Sözlerimi) anlarsan, uyanmış olursun! (evet) sen kendini daha iyi bilirsin. Ben (lâzım gelen) öğütü verdim.. Amma siz (ey insanlar) öğüt verenleri sevmezsiniz
(1) Deylemî Allah elçisinin şöyle buyurduğunu nakl ediyor: «En büyük cihat nefis ye kötü temayüllerinle çarpışmandır.»
(2) Buharî bu hadisi, (El-Edeb) de Ebu Hureyre’den şöyle nakl etmiştir: «Ancak ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.»
(3) El Fecr Suresi, ayet: 28.
(4) Bu hadisi Ed-Deylemî ile El-Hakim şöyle nakl etmişlerdir: «AmeIIer; pazartesi ve perşembe günü Allah'a sunulur. Ayrıca, Cuma günü de peygamberlere, baba ve annelere sunulur. Amelleri (güzel olarak görürlerse sevinirler yüzleri sevinçten bem-beyaz olur, Öyleyse Allah'dan korkun ve ölülerinizi üzmeyin!»
(5) Sad sûresi, ayet: 62,63.
(6) Bu hadisi, nesnedinde, sahihinde, Ebu Davud ve nesai El-Eğer El-Müznî'den rivayet etmişlerdir.
Alemlerin Sırrı, İmam-ı Gazali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder