6 Şubat 2021 Cumartesi

Hayat Yolculuğunun Tehlikeli Mıntıkaları

Saâdet yolcusu! Bu büyük ve uzun geçidi geçebilmek için bütün gücünü harcamalısın. Hayat yolculuğunun en tehlikeli mıntıkası burasıdır. Doğru yoldan sapanlar, en çok burada görülür. Dünya sevgisi, halk, şeytan ve nefs bu bölgede pusudadır. Çok kişiler bu dört şeyden birine kapılarak Allah yolundan çıkarlar. Şimdi bu on tehlikeli mıntıkayı zararsızca geçmenin yolları açıklayalım.

DÜNYA: Dünyada ya basiretli, ya ehl-i himmet veya gâfil bir insansın. Basiret sâhibi isen şu esası bilmen sana kâfidir:

Dünya Allah'ın düşmanıdır. Yâni dünya meşgalesi, dünya sevgisi kişinin kalbinden Allah sevgisini izâle eder. Allah ise insanın sevgilisi ve efendisidir. Kişi nasıl ki sevdiği birisinin düşmanma yakınlık göstermezse Allah'ın düşmanı olan dünyaya da öylece yakınlık göstermemelidir. Hem dünya sevgisi, insanın, en büyük hazinesi olan aklı bozar. Onu atâlete uğratır.

Eğer ehl-i himmet ve gayret isen, (dünya hayâtına bağlanmanın insanı Allah yolundan uzaklaştırdığı) düşünmen yeter. Yok, basiretten yoksun, gayretsiz ve gâfil isen bil ki dünya sana kalmıyacak. Ya sen onu terkedeceksin, yahut o seni terkedecek. Nitekim derler

Dünya sana kalsa, sen dünyaya kalmıyacaksın. O halde ona hırsla sarılmakta ve kıymetli ömrünü onun uğrunda harcamakta ne fayda var?

— Farzet ki bütün dünya senin oldu. Sonu yok olmak değil mi? Bâki kalmıyacak bir ni'meti istemeğe heveslenme. Dünya hayâtı, bir an seni gölgeleyip sonra yok olan bir gölgeden başka bir şey değildir.

Dünya hayâtı, bâtıl rü'yâlara yahut gelip - geçen gölgelere benzer. Aklı olan böyle şeylere aldanmaz.

ŞEYTAN: Onun hakkında Allah'ın peygamberine söylediği seni uyarmağa kâfidir.

— Ey Muhammed, de ki:

— Şeytanların vesvesesinden sana sığınırım. Rabbım, onların huzurumda bulunmalarından sana sığınırım. (1)

Peygamberimiz Hz. Muhammed — ki, kâinatın en şuurlu, en bilgili, en akıllı ve en faziletli varlığıdır— şeytanın şerrinden Allah'a ilticâ ederse, ya cehâletin, gafletin ve kusurluluğunla senin hâlin ne olacak?

HALK: Hevâ-yi nefsinin peşinde giden halk, kişi için büyük zararlar açar. Onlara uyarsan, günahkâr olur, ebedî hayâtını mahvedersin. Muhâlefet etsen sana düşman kesilirler, dünya işlerinde güçlük çıkarırlar. Düşmanlığa zorlarlar. Böylece onların yoluna girmiş olursun. Seni medhetmekle kibirlenmene, gururlanmana ve böbürlenmene; zemmetmekle de hüzünlenmene, öfkelenmene sebep olurlar. Her iki hal senin için felâkettir.

Bir de öldükten sonraki hâlini düşün. Seni kabre bırakırlar, hemen unuturlar, hatırlarına bile gelmezsin. Sanki onları hiç görmemişsin, onlar da seni görmemişlerdir. Orada yalz Allah ile baş başa kalırsın. Düşün şimdi ey insan. Bu aziz ömrünü bu kadar vefâsız yaratıklarla tüketmek büyük aldaş değil mi? Halkla geçireceğin kısa bir zamana karşılık rabbınla ebedî berabersin. Üstelik kâinatta her şey onun elinde. Ona dayanmıyan hiç bir şey muvaffak olamıyor. Kederleri ancak o gideriyor. Bütün ihtiyaçları o temin ediyor. Sonu gelmiyen saâdetleri o veriyor. Düşün ey miskin. Sen böyle birini vefâsız, âciz, elinden bir şey gelmeyen nankörlere nasıl tercih edebiliyorsun? Allah'tan temennim odur ki seni doğru yola koysun. Çünkü gerçek hidâyete ancak o ulaştırır.

NEFS: Nefsin kötü huylarını düşünmen sana yeter. O şehevî hislerin galeyâ ânında bir hayvan, öfkelendiği zaman bir arslandır. Günah işlerken onu mâsum bir sabi kılığında görürsün. Bolluk zamanı Fir'avun kesilen nefs, aç kalınca mecnunlaşır. Tokluk hâlinde gâyet azametlidir. Doyurursan keyiflenir, aç bırakırsan başlar sızlanmaya. O, gerçekten dendiği gibi (tok olunca insanları tepen, aç kalınca acı acı aran bir eşektir.)

Bâzıları derler:

Nefsin yaramazlıklarından biri de budur ki bir günah işlemekte iken veya şehevî galeyan ânında onu bu hareketinden vaz geçirmek için Allah'ı, kitabını, peygamberlerini ve Allah'ın bütün iyi kulları hatırlatsan; öleceğini, kabre gireceğini, kıyâmette hesap vereceğini, cennet - cehennem olduğunu söylesen kat'iyen itâat etmez. Azgınlığına devam eder. Eğer biraz arpasını kesersen sâkinleşir, haşarılığı bırakır.

Ey insan, sakın nefsinden gâfil olma. Zira o, kâinan yaratıcısının da buyurduğu gibi, (dâima kötülüğü öğütler.) Aklı olan bu kadarla uyar.

Belhli Ahmed İbni Erkam anlatır:

— Bir ara düşmanlarla savaş olmaktaydı. Nefsim benim de harbe gitmemi istiyordu. (Hayret!) dedim. Allah Kur' anda, (nefs bütün şiddetiyle kötülüğü emreder.) buyuruyor. (2) '(Benim nefsim ise iyiliği emrediyor. Bu nasıl olur. Herhalde harp bahânesiyle halka karışıp gazâya gidiyor diye kendisini istikbâl ettirecek.) Sonra nefsime, (Ben harbe ayrı giderim, kimse görmez) dedim. Kabûl etti. Fakat ben onun samimiyetine gene inanamadım.

(Allah doğru söylüyor, sen iyiliği emretmezsin.) dedim. Bu sefer başka bir yoldan onu deneyerek (ben) dedim (harhe en önde giderim, sen en önce ölürsün.) Gene îtiraz etmedi. Hâsıll onun hoşuna gitmeyecek her ne söylediysem kabûllendi. Nihayet, (Allahım) dedim. (Bunun bana yapmak istediği hile ne ise bildir!) Dileğimi kabûl eden rabbim nefsimin hilesine beni vâkıf etti. Meğer nefsim şöyle düşünüyormuş:

— Ben onun şimdiye kadar her istediğini reddikçe o bir def'a ölüyormuş. Eğer harbe gidersem bir defa ölecek ve arkamdan da halk (şehid oldu!) diyecekler, böylece nefsim ün kazanacakmış. Ben de o sene harbe katılmadım.

Ey insan, nefsin hilelerine bak ki öldükten sonra bile insanlara karşı mürâilik yapmak istiyor. Onun hakkındaki şu söz gerçekten yerindedir:

— Nefsine sâhip ol, başına gâileler açacağını hatırıdan çıkarma. Çünkü o, yetmiş şeytandan daha habisdir.

Ey kişi, daima kötülüğe sevkeden bu hilekâr nefse karşı uyak ol. O zaman selâmet bulursun. Yalnız nefsi TAKVA GEM'İ ile gemlemelisin. O başka hiç bir şey ile zaptolunmaz. Bu mevzuda bilinmesi gereken çok mühim bir esas daha vardır 

İbâdetler iki kısımdır.

1 — Yapılması gerekenler,

2 — Terkedilmesi, kaçınılması gerekenler.

Her türlü ibâdetler, yapılması gerekenler; günahlar ise kaçınılması gerekenlerdir. Günahlardan kaçınmak TAKVA'dır. İkinci kısım ibâdet başta gelir. Yâni bir kimsenin önce günah işlemeyi terketmesi lâzımdır. Henüz dînin esaslarına iyice nüfüz edemiyenler, ibâdetin birinci kısmına sarılırlar. Onlar için gündüz oruç tutup gece namaz kılmak çok büyük bir şey sayılır. Bu çok hatâlı anlayıştır. Dini derinliğine anlayabilenler ise her şeyden önce bütün güçleriyle ikinci kısım ibâdetleri yerine getirirler. Onlar, bütün gayretleriyle kalblerinin Allah'tan başkasına meyletmesine engel olurlar. Midelerini oburluktan, dillerini kötü ve boş söz söylemekten, gözlerini harama ve faydasız şeylere bakmaktan korurlar.

Yûnus peygamberin yedi âbid'inden ikincisi der ki:

- İnsanlardan bir kısmı namaza tutkundur. Hiç bir şey'i ona tercih etmezler. Namaz, Allah'a bağlılık bakımından ibâdetlerin direğidir. Bir kısım insanlar da oruca tutkundur. Onu her şeyden üstün tutarlar. Diğer bir kısım insanlar ise sadakayı her şeyin üstünde tutarlar.

Âbid bu sözlerini şu şekilde açıklar:

- Belâlara sabrederek Allah'a teslimiyet göstermek namazı, kötülük yapmaktan kaçınmak orucu: başkalarına ezâ vermekten uzak durmak ise sadakayı temsil eder.

Zira başkalarına ezâ vermekten uzak durmak kadar büyük sadaka olamaz. Gene hiç kimsenin kendi yüzünden en ufak hir zarara uğramamasını istemek tutulan oruçların temizini teşkil eder.

Görülüyor ki ibâdetin ikinci kısmı olan KÖTÜLÜKLERDEN EL ÇEKME, daha mühimdir. Eğer bir kimse her iki kıs da kendinde toplayabilirse işi tamamdır. Murâdına ermiş, selâmet bulmuş, ganimete konmuş demektir. Bu iki çeşit ibâdetten sadece birini yapabilen kimse, ikinci kısım ibâdeti, yâni kötülüklerden el çekmeyi yapş olsun. Böylece ganimete konmazsa hiç olmazsa başı kurtarır. Gecesi namazla, gündüzü oruçla geçen bir kimse bir tarafdan başkalarını incitmekte devam ediyorsa bunun namaz ve ne de orucu ona fayda vermez. Bu böylece biline..

İbni Abbas'a sorulur:

— İki adam var. Birinin hayrı da çok, şerri de. Diğerinin hayrı da az şerri de. Ne dersiniz?

Cevap verir:

— Hiç bir şey söyliyemem.

Biraz önce ibâdetleri ikiye ayırışımız, bir hastan hâline benzer. Hasta iki yolla tedâvi edilir.

1 — İlâçla,

2 — Perhizle.

Eğer her iki yol birden tatbik edilirse çoğunlukla hasta iyileşir. Sadece biri tatbik edilirse perhiz yapması daha iyidir. Çünkü perhiz edilmesi gereken yerde perhiz etmez de sadece ilâç arsa faydası görülmez. Halbuki ilâç kullanılmadığı halde sadece perhizin faydalı olduğu yerler çoktur. Nitekim Allah Resûlü buyurur:

— Her ilâcın başı perhizdir.

İhtimal bu hadîsin mânâsı şu demektir:

Hastalık gelmeden önce veya geldikten sonra hastalık sebebi olan şeylerden perhiz edilirse ilâca lüzum kalmaz.

Eski hintlilerin, hastalıkları ilâçla değil sadece perhizle tedâvi ettikleri söylenir. Bütün bu izahlardan anlaşıldı ki TAKVA, her şeyin başı ve TAKVA SAHİPLERİ Allah yanında yüksek tabakadan insanlardır. O halde ey saâdet yolcusu, bütün gücünü bu hususa sarfetmelisin. Muvaffakıyeti verecek yalnız Allah'tır.



(1) Mü'minûn Süresi, âyet: 97 - 98

(2) Yûsuf Sûresi, âyet: 53


Abidler Yolu, İmam-ı Gazali 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder