13 Şubat 2021 Cumartesi

Sabır

Sabır  o acı bir ilâç, kötü kokulu bir şerbettir. Fakat ayni zamanda her menfaati celbeder. Bütün mazarratları def'eder. Sabrın bu vasıfta bir ilâç olduğunu görebilen her akıllı, onun bir anlık acılığına tahammül eder ve şöyle düşünür:

— Bir anlık bir acı, bir senelik râhat ve huzûru sağlar.

Sabır başlıca dört hususta olur:

1 — Allah'a itâatte sabır ve sebat,

2 — Günah işlememekte sabır ve sebat,

3 — Lüzumsuz dünya zevku-safâsına dalmakta sabır ve sebat,

4 — Musibetlere ve felâketlere sabır ve sebat.

Bu dört hususta sabırlı olan kimse, rabbına ibâdet edebilir; insanlık vazifesini yapabilir. Büyük sevaplar kazanır, mükâfatlara nâil olur. Dünyada günah işlemek, âhirette de bunların cezâsı çekmek felâketinden kurtulur. Dünya hayâtında maddenin esîri olmaz. Yaptığı ibâdetleri ve iyilikleri fesâda uğramaz. Hâsılı bir anlık bir sabır yüzünden, tamamını ancak Allah'ın bileceği sevaplar ve mükâfatlar kazanır.

Sabrın birçok mazarratları def'ettiğini söylemiştik. Gerçekten sabırsız kimse, dünyada sabırsızlığın getirdiği kasvet ve huzursuzluğa mâruz kalır. Âhirette de ayca azap görür. Sabırsız kimse, sabırsızlığı yüzünden bir çok menfaatlerinden olur. İnsan için Allah'ın kanunlarına uymak bir nevi' zahmet ve meşakkattir. Sabırsız kimse bu meşakkatlere dayanamaz. Böylece Allah'a itâat edemez. Yâhut kısa bir müddet sabreder, fakat peşini getiremez. Böylece yüksek derecelere erişmekten mahrum kalır. Sabırsız kimse nefsini kolay kolay gemleyemez. Nefsi, Allah'ın kanunlarına aykırı bir çok şeyler yapmak; hiç olmazsa lüzumsuz, mâlâyâni ömür geçirmek ister. Sabretmiyen kimse böylece günah işler, yâhut ömrünü beyhûde geçirir. Sabırsız kimse mâruz kaldığı musibetlere hiç tahammül edemez. Âhü-zâr eder. Böylece murâdına eremediği gibi sabretmek sevabından da mahrum kalarak çifte musibete uğramış olur. Bir musibete mâruz kalındığı zaman sabretmemenin kaybedilen şeyden yâni uğralan musibetten daha kötü olduğu söylenir. Çünkü musibet ânında sabretmemek, yâni figan etmek musibeti önlemez. Kaybedilen şey'i geri getirmez. Musibete uğrayan, nasıl olsa kaybedeceğini kaybetmiştir. Sabır eder, âhu-zâr etmezse; hiç olmazsa sabır sevâbıkaybetmemiş olur. Nitekim sabır üzerine birisine öğütte bulunan Hazret-i Ali şöyle der:

-  Mukadder olan şey başa gelir. Eğer sabredersen ecrini görürsün. Sabretmez, figan edersen günah işlemiş olursun.

Sözün kısası; sebeplere dayanmaktan ziyâde nefsi kötülüklerden men'ederek Allah'a güvenmek, künhüne vâkıf olunamıyan şeyleri ona ısmarlamak, felâket ânda sabırsızlanmayı, öfkelenmeyi ve rabbmın hükmüne karşı gelmeyi terkederek kadere rızâ göstermek ve sabretmek ağır bir yük, acı bir ilâçtır. Fakat yapılacak en doğru şey de budur. Ancak böyle hareket etmekte fayda vardır. Hattâ sonu saâdettir. Bunu bâzı misâllerle açıklıyam.

Meselâ şefkatli bir ana, çocuğunu bâzı zararlı şeyleri yemekten men'eder. Onu, iyi yetişmesi için sert muallimlere verir. Muallim onu gereğinde döğer, hapseder, eziyyet verir. Gene, çocuk hastalandığında gerekirse kan aldırır, iğne yaptırır. Şimdi düşünelim. Anne, cimri olduğu için mi çocuğunu bâzı şeyler yemekten men'ediyor? Bil'akis çocuğu için çalışıyor, onun için kazanıyor. Yâhut çocuğuna buğzu mu var ki haşin bir hocaya teslim ederek onu sıkıntıya sokuyor? Hayır, belki çocuğunun iyi yetişmesini, sonunda mes'ut olmasını istiyor. Aynı şekilde çocuğunun sıhhat ve selâmeti için onu kan aldırma ve iğne yapma zahmetine sokuyor.

Gene meselâ mütehassıs bir doktor düşünelim. Bu doktor yerine göre susuzluktan çatlıyacak derecede olan bir hastasına bir yudum su vermez. Onun yerine hastanın hiç hoşuna gitmiyen bir ilâç verir, ona zorla içirir. Doktorun böyle hareket etmekten maksadı hastaya işkence midir? Hayır, fakat o bilir ki o anda bir yudum su hastanın hayatına mâlolabilir. Aksi ise onun hayâtını kurtarır.

Şimdi düşün ey saâdet yolcusu! Eğer Allah bir ara senden bir lokma ekmeği, bir yudum suyu veya diğer herhangi bir şey'i esirgerse bil ki böyle olması senin için faydalıdır. Çünkü Allah her şey'i bilir. Her şey'in faydasına ve zararına vâkıftır. Fakir değildir. Âciz değildir, cimri ve zâlim değildir. Bil'akis hudutsuz derecede cömert ve şefkatlidir. Eğer seni bir şeyden mahrum etti ise bu gene senin menfaatin içindir. Fakat sen yukarıdaki çocuk ve hasta misâli bunu anlamazsın. Her şey'i senin için yaratan Allah senden bunları esirger mi? Nasıl esirgesin ki. Bak ne buyuruyor:

— Yerde ne varsa hepsini sizin faydanız için yaratan, sonra irâdesi göğe yönelerek onları gök hâlinde düzene sokan odur. O, her şey'i hakkıyle bilir. (1)

Nasıl esirgesin ki o sana, kendisini tanıtma gibi en büyük ni'meti verdi. Allah'ı tama öyle muazzam bir ni’mettir ki, bütün esrâyla dünyayı tanıma, onun yanında bir hiçtir. Rivâyete göre Allah buyurur:

Devecinin, uyuz devenin çöktüğü yere çökmekten men'ettiği gibi ben de veli kullarımı dünya ni'metlerinden, dünyaya tapmaktan men’ederim.

Eğer bir sıkıntıya mâruz kalırsan bu, seni imtihan için değildir. Çünkü Allah senin her hâline vâkıftır. Sana karşı son derece merhametlidir. Nitekim Resûlûllah

— Allah'ın kullarına merhameti, şefkatli annenin çocuğuna olan merhametinden çok daha fazladır. Bu gerçek böylece bilindikten sonra, kulların mâruz kaldığı musibetlerin içyüzü de anlaşılmış olur. Buna göre görünüşte bize ağır olan musibet ve sıkıntılar hakikatte kulun yararınadır. Fakat biz cehâletimiz yüzünden buna vâkıf olamayız. Allah ise kulunun zararına veya hayrına olan her şey'i bilir. Sevdiği kullarıdaha çok sıkıntılara maruz bırakır. Nitekim Allah Resûlü buyur:

— Allah, sevdiklerini sıkıntılara mâruz bırakır.

— Allah'ın kullarından en çok musibete müptelâ olanlar sırasıyle peygamler, şehidler... dir.

Ey saâdet yolcusu! Eğer Allah yolunda olduğun ve dürüst olarak çalıştığın halde fazla bir dünyalık elde edemiyor veya sıkıntılara, musibetlere mâruz kalıyorsan üzülme. Allah yanında değerin ve şerefin yüksektir. O, seni erenlerin yoluna sevketmektedir. Seni görmekte ve her hâline vâkıf bulunmaktadır. Nitekim buyurur:

— Sen rabnın hükümlerme rızâ ile sabret. Çünkü muhakkak bizim gözümüzün önündesin. (2)

Saâdet yolcusu! Sana düşen, Allah'ın ni'metini bilip şükretmektir. Rabbin de sana hakkında en hayırlı olaverir. Şükrettiğin için seni mükâfatlandırır. Erenler derecesine yükseltir. Âkıbetini hayırlı eder. Tevfik yalz Allah'tandır.

Ey saâdet yolcusu! Buraya kadar verilen izahlardan kulun bekâsına ve ibâdet etmesine yetecek miktarda rızka Allah'ın kefil olduğunu, dilediğini dilediği zaman yapma kudretinde bulunduğunu ve kulunun ihtiyaçlarıher an bildiğini öğrendin. O halde onun vâdinin doğru olduğuna, kefillendiği şey'i yerine getireceğine inanmalı, güvenmeli ve ondan başka hiç bir varlığa dayanmamalısın. Görünürde insanı kurtarabilecek gibi gözüken bir çok fâni varlıklar ve sebepler hiç bir zaman hakikî kurtarıcı olamaz. İnsanın işlerini ancak Allah'ın yardımı kolaylaştırabilir. Çünkü olacak her hâdisede ipin ucu onun elindedir. Sebepler sadece bir vâsıtadır. Rabbin seni yedirir, içirir. Aldığın gıdalardan kuvvet verir. İşe yaramaz olanları da gene senden uzaklaştırır. Eğer seni böyle yaratmasaydı gerekli kuvveti nereden alabilecektin. Sana bütün bu hârika yaratılışı veren odur. O halde bütün mesele gene ona, o benzeri olmayan mutlak kudret sâhibi Allah'a dönüyor. Sen de yalnız ona güven, ona dayan.

Ey saâdet yolcusu! İşinde üzerine düşeni yaptıktan sonra gerisini göklerin, yerin ve bütün kâinatın sâhibi olan Allah'a bırak. İlminin ve fikrinin yetmediği ve asla yetmeyeceği şeylere dalarak kendini sıkıntılara sokma. (Şu işim olur mu, olmaz mı, olursa nasıl olur? Eğer böyle olsaydı) gibi şeylerden uzak dur. Çünkü bütün bunlar vakit öldürmekten ve lüzumsuz şeylerle meşgul olmaktan başka bir şey değildir. Belki senin beklediğin gibi olmaz. O zaman yanlış düşünce ve temennilerle vaktini harcamış olur, pişmanlık duyarsın. Ömrünü yok yere tüketmekle aldanmış olursun.

Bak, bâzı olgun kişiler ne söyler:

- Olacak ve olmıyacak şeyler üzerinde Allah'ın takdir ve hükmü, ezelde tâyin edilmiştir. (İhtimal olur. Eğer olursa.) gibi şeylerle düşünceni boş yere yorma. Vakti gelince, olacak olur. Bu gerçeği bilmeyenler, (acaba, belki...) gibi düşüncelerle kendilerini zahmet ve -sıkıntılara sokarlar. Boşuna üzülme ey kişi! Belki korktuğun da, ümit ettiğin de olmayacak.

Saâdet yolcusu! Nefsine şöyle hitap et:

— Ey nefsim, bana ancak Allah'ın yazdığı isâbet eder. O, benim mâlikim, rabbımdır, bana kâfidir. O, benim vekilim, hem de ne güzel vekilimdir. Çünkü o, sonsuz kudret sâhibidir. Kâinatta hükmetme hakkı yalnız onundur. Merhametinin hududu yoktur. Bu sıfatları hâiz olan bir zat, tevekkül edilmeğe lâyıktır. İşler ancak böyle bir kudret sâhibine bırakılabilir.

Gene, her ne kadar bizim ilmimiz yetmiyorsa da AIlah'ın, hakkında hükmettiği ve edeceği her şey'in senin için hayırlı olduğuna kendini inandır ve nefsine şöyle söyle:

— Ey nefsim! Mukadder olan vukû bulur. Sızlanmak, öfkelenmek ve hayret etmek hiç bir şey'i değiştirmez . Faydasızdır. Allah'ın, kendinin rabbi olduğuna râzı olmadın mı? O halde hakkındaki takdir ve hükmüne niçin râzı olmuyorsun? Karar vermek, hükmetmek rabbının şânındandır. Sana ise itâat etmek düşer.

Bir musibete dûçâr olduğun zaman nefsine dikkat et. Hemen âhu-zâra başlama. Şikâyetci olma. Bilhâssa musibete mâruz kalışının ilk anlarında gâyet dikkatli ol. Çünkü nefs ilk anda hemen figana başlar. Onu itâate almak için de ki:

-  Bu bir belâdır. Sana isâbet etti. Fakat def'etmeğe muktedir değilsin. Sızlanmakla hiç bir şey kazanamazsın. Sabredersen sevap alırsın. Daha büyük felâketlere mâruz kalmadığına şükret. Bu kadarına sabret. Belâlar, rahmet getiren bulutlara benzer. Gelip, geçerler. Fakat sabredilirse sevabı çoktur. Ağlayıp inlemekte fayda yoktur.

Gene felâket ânında dilini, Allah'a sığındığı ifâde eden sözlerle; kendini de sana rabbının yanında ecir sağlıyacak düşüncelerle meşgul et. Peygamberlerin, erenlerin mâruz kaldıkları musibetlere nasıl tahammül gösterip sabrettiklerini düşün. Eğer bir an olur fakru-zarûrete düşersen nefsine de ki:

-  Ey nefsim! Allah senin hâlini senden daha iyi bilir. O sana senden daha merhametli ve şefkatlidir. Ben ki birliğini ve kudretini tanırım. Bir kelbin, bir îmansızın rızkını bile kesmeyen Allah senin rızkını mı kesecek? Hayır bu olamaz. Bunda senin vâkıf olmadığın bir hakikat, bir sır vardır. Böyle olmasında senin için mutlaka büyük bir fayda olmalı. Allah her güçlükten sonra bir kolaylık verir. Biraz sabret. Bir müddet sonra böyle olmasında senin için hayır bulunduğunu anhyacaksm. Hiç duymadın mı? Bak Allah'ın olgun kulla nasıl düşünüyor:

- Rabbının yapacağını bekle. Bir musibetle veya fevkalâde bir durumla karşılaştığın zaman tasalanma. Çünkü gayb âleminde nice acâip şeyler vardır.

Bütün bu düşünceleri ve tatbik ettiğin zaman, ibâdet etmeni önleyen dört büyük engeli aşmış olacaksın. Artık sen felâketlere sabırlı, Allah'ın hükmüne râzı olan mütevekkil bir insansın. Dünyada gönül râhat ve huzûruna kavuştun. Âhirette de büyük sevaplara nâil olacaksın. Böylece her iki hayatta mutlusun. Engelleri tepeledin. İstediğin gibi ibâdet edebilirsin. Bu çetin geçiti de geçmiş durumdasın. Allah'tan temennimiz odur ki her birimizi başarıya ulaştırsın. Çünkü her şey onun elindedir. O, merhametlüerin en merhametlisidir. Onun kudreti taallûk etmedikçe hiç bir şey meydana gelmez.


(1) Bakara Süresi, âyet: 29

(2) Tûr Süresi, âyet: 48


Abidler Yolu, İmam-ı Gazali 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder