Dinen zengin kabul edilen kimse öncelikle zekâtın Allah Teâlâ'nın emri olduğunu iyice idrak etmeli ve O'nun bildirdiği şekilde emrini yerine getirmek için zekâtını eda etmelidir.
Zekâtın şartlarından biri de İslâm’ın belirlediği ihtiyaç sahibi kimselere vermektir. Bunlardan biri de dinen fakir ve muhtaç olan kimselerdir. Onları bulmak, onların zekâtı kabul etmelerini rica etmek zenginin görevidir.
Öte taraftan zengin, fakiri hakir görmemeli, kendinin daha faziletli olduğunu düşünmemelidir. Zira kimin daha faziletli olduğunu Hak Teâlâ daha iyi bilir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki Resûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] fakirin cennete zenginden beş gün önce gireceğini, o beş günün de 500 seneye tekabül ettiğini bildirmiştir.[1] İşte zekât emri, zengine kendisini üstün görmemesini, fakirlerin Hak katında ne kadar faziletli kimseler olduğunu, aslında kendisinin Rabb'inin kendisine emanet olarak verdiği malın memuru olduğunu, fakirlerin işini yapmasıyla, onların malını korumasıyla zengin olduğunu öğretiyor. Üstelik Mevlâ'sının emrettiği farz olan ibadeti eda etmekte aslında fakire muhtaç olduğunu ve kabul etmemesi halinde görevini yerine getirmemiş sayılacağını, kabul ettiğinde ise teşekkür etmesi ve onun duasını almasını gerektiğini, çok malın hesabının da ağır olduğunu öğretiyor.[2] Böylece fakirin itibarı yükseliyor ve toplum içerisinde aranır hale geliyor. Diğer taraftan fakir ve ihtiyaç sahipleri bir kenara itilmiyor, geçinmesi, kalkınması ve çalışması için imkân sağlanıyor.
Üstelik dinen fakir ve ihtiyaç sahibi kabul edilen kimseler, toplumda zenginlerin ibadetlerinin kabulüne yardımcı olduğu için aranan bir kimse konumunda oluyor ve bu durum da onların itibarını artırıyor.
[1] Tirmizi, Zühd, 37; Ebu Davud, İlim, 13; İbn Mace, Zühd, 6.
[2] Gazâlî. Ihyiû Ulûmi’d-Dîn, 1/291-292.
EVLİYANIN DİLİNDEN Zekatın Hikmetleri, A.Suat DEMİRTAŞ, Semerkand Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder