İslâm dini helâl yolda çalışıp kazanmayı ve Allah yolunda harcamayı emretmiş, mecbur kalmadıkça kimseye el açmayı uygun bulmamıştır. Sevgili Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem), “ Yukarıdaki/veren el aşağıdaki/alan elden hayırlıdır[1] buyurarak çalışıp kazanıp infakta bulunmanın alttaki alan el değil veren el olmanın daha üstün ve faziletli olduğunu beyan etmiştir. İşte zekât emri müslümanları tembelliğe, başkasına el açmaya sevkeden bir ibadet değil bilakis fakiri çalışmaya, elindeki malı kullanarak daha çok helâl mal kazanmasına ve Allah yolunda harcamaya, böylece tembellik zilletinden kurtulmaya sevkeden bir ibadettir.
Zekât alan kimse her ne kadar ihtiyacını karşılasa da zekât o kimseyi elinden geldiği kadar bu durumdan kurtulup veren el durumuna gelmeye sevketmektedir.
Ayrıca zekât, ihtiyaç sahipleri ve fakirler için sermaye, güç kaynağıdır. Zekât malın stok edilmesini, paranın sadece zenginler elinde dolaşmasını engellemekte. Zengini maddenin, paranın kulu kölesi olmaktan kurtarıp malı elinden çıkararak Allah yolunda harcaması ile iktisadi alanda canlılık kazandırmaktadır. Zekât ve sadakalar hakkıyla verildiğinde fakirlere de çalışma imkanı ve azmi vermektedir. Bununla birlikte sadece fert değil millet olarak da altta kalan alan el değil üste olan, yani veren el olmaya teşvik etmektedir.
İşte zekât, zaruret olmaksızın çalışmayan kimseleri minnet esaretinden, başkalarına yük olmaktan, onlara el açmaktan, tembellikten, dilenmekten, vakarsızlıktan, zilletten, sefaletten kurtarmakta ve vakarlı bir müslüman olup kendi el emeğiyle çalışıp kazanmaya, kendi rızkını temin etmeye, böylece
varlıklı olup Allah yolunda muhtaçlara infak etmeye davet etmektedir.
İbrahim b. Edhem ile Şakik-i Belhî [kuddise sırruhu] Mekke'de karşılaşırlar. İbrahim b. Edhem Şakîk'a sorar:
- Rızık için çalışmayı terk etmişsin, sebebi nedir? Şakik-i Belhî [kuddise sırruhu] şöyle cevap verir:
- Çölde yolculuk yaparken yerde kanadı kırık bir kuş gördüm. Kuşun nasıl rızıklanacağını merak ettim, karşısına oturup beklemeye başladım. Derken, gagasında çekirge bulunan bir kuş belirdi. Çekirgeyi getirip kanadı kırık kuşun gagasına bıraktı. Bunu görünce kendi kendime dedim ki: ‘Şu kanadı kırık kuşu başka bir kuşu sebep kılarak besleyen Allah Teâlâ, nerede olursam olayım, beni de rızıklandırmaya kadirdir!" Böylece rızk için çalışmayı bırakıp ibadetle meşgul oldum.
Bunun üzerine İbrahim b. Edhem [kuddise sırruhu] şöyle der:
- Peki, neden sakat kuşu besleyen sağlam kuş gibi olmayı tercih etmiyorsun? Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], "Yukarıdaki/veren el aşağıdaki/alan elden hayırlıdır.”[2] buyurmadı mı? Ayrıca her işinde en iyiye ulaşmaya çalışmak müminin alametlerindendir. İyiler derecesine ancak bu yolla yükselebilinir.
Bu sözler üzerine Şakîk-ı Belhî [kuddise sırruhu], İbrahim b. Edhem'in elini öperek şöyle dedi:
- Ey İbrahim, doğru söylüyorsun. Bununla birlikte, insan rızkını temin için sadece sebeplere bağlanıp kalmamalı, sonucun tamamen bununla sağlanacağını sanmamalıdır. Asıl rızkı verenin Mevlâ'sı olduğunu unutmamalı ve dikkatini O'na vermelidir. Bu durum dilencinin haline benzer. Dilenci elinde tuttuğu kaba değil, ellerini uzatarak kendisine bir şeyler verenlere bakar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:'Kim zengin olmak isterse, kendi elinde olandan çok Allah Teâlâ’nın katında olanlara güvensin.’’ [3]-[4]
Ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimiz’in [sallallahu aleyhi vesellem] zengin olabilecek derecede eline mal ve ganimet geçtiği halde hepsini ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır. Kalbine dünya sevgisini koymamıştır. İnsanlar, müminler dünya ve ahirette sefil, perişan olmasın diye gece gündüz onları düşünüp onları kurtarmak için gayret etmiş, bizlere de örnek olmuştur.
Şah-ı Hazne [kuddise sırrıhu] şöyle anlatıyor:
"Herhangi bir köyde imam olarak vazifemin olmadığı sıralardı. Hazret Muhammed Diyâüddin'in [kuddise sırruhû] yanına gitmiş, orada kalıyordum. Ramazan ayı geldi. Gidip Hazretleri izin alarak biraz maddi ihtiyaçlarımı temin etmeyi düşündüm. Hazret'in huzuruna vardım. O, fıkıh ehli hocaların odasındaydı. Kapının önüne varıp dikildim ve öylece durdum. Bir ara Hazret başını kaldırıp beni görünce,
Molla Ahmed izin istemeye mi geldin, dedi.
Evet efendim, izin olursa gitmek istiyorum. Bu sene herhangi bir köyde imâm olmadığımdan gelirim yoktur. Ûç-beş tane tanıdık var. Onlara uğrayarak zekât almak istiyorum, dedim. Bu cevabıma Hazretin canı sıkıldı. Rengi değişti. Sıkıntısından bana dönerek,
Git Allah için çalış, O sana versin. Kimseden zekât isteme. Çünkü o da bir başkasından istemek, ona el açmak sayılır. Allah'a tevekkül et, diye cevap verdi. O günden sonra tam bir gönül hoşnutluğu ve sürür içerisinde Hazretin [kuddise sırruhu] emrine uyarak insanlardan zekât istemeyi bıraktım.”[5]
[1] Buhârî, Zekât, 18; Müslim, Zekât, 32.
[2] Buhari, Zekat, 18; Müslim, Zekat, 32.
[3] Abdurrahman b. Şehabeddin el-Bağdadi, Camiu’l-ulum ve’l-Hikem, 1/182; Zebidi, ithafü’s-Saade, 12/11
[4] Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, s. 141-142.
[5] Alâeddin Haznevî, Menâkıbü'l-Haznevî, s. 27-20; Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni, Sohbetler, s. 144.
EVLİYANIN DİLİNDEN Zekatın Hikmetleri, A.Suat DEMİRTAŞ, Semerkand Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder