28 Temmuz 2015 Salı

Allah dostlarını sevenler kurtulur

Gavs-ı Sânî [kuddîse sırruhu] bir sohbederinde şöyle an­latmışlardır: O sıralar on altı -on yedi yaşlarında idim ve Van’da okuyordum. Hocamız Molla Cihangir’di. Bildiğiniz gibi Şâflî mezhebine göre, cuma namazım kılabilmek için kırk kişinin hazır bulunması gerek­mektedir. Fakat o cuma günü mescidde otuz sekiz kişi bulunuyordu. Çünkü insanların çoğu köyün dışındaki bağ bahçede çalışmaktaydı. Cuma namazım kılabilmemiz için iki kişi daha gerekliydi. Mevsim yazdı, hava da çok sıcaktı ve herkes mescidde iki kişinin gelmesini bekliyordu. Ben birkaç kişi bulurum düşüncesiyle dışarıya çıktım. Etrafa bakınırken bir genç öküz arabasıyla tarladan geldi. Hayvanlarını bağladı ve eve doğru yürümeye başladı. Arkasından seslenerek,

Bugün günlerden cuma! Hava sıcak ve insanlar mescidde iki kişinin daha gelip cumanın kılınması için bekleşmektedirler. Gel ki cuma namazım kılabilelim, dedim. Ancak adam çekip gitti. O gidince ben de başka birilerini bulmak için etrafa bakınmaya başladım. Kimseyi göremeyince, bulduğum kişiyi de kaçırmayayım düşüncesiyle cuma namazına gelen birinin atını aldım ve o adamın peşine düştüm. Hemen adama yetiştim. Cumaya gelmesi için ısrarlarda bulundum. Ancak o gelmemekte ısrar edince bir tokat attım ve,

Bu kadar insan sıcakta mescidde beklerken sen niçin gelmiyorsun? Müslüman değil misin, dedim ve kolundan tutarak mescide getirdim. Bu arada gelen bir kişiyle sayı kırka tamamlandı, cuma namazım kıldık.

Aradan epey bir zaman geçti. Bu gencin hastalandığını ve ölüm döşeğinde olduğunu duydum. Hocam Molla Cihangir köy imamı olması sebebiyle hasta yatağında yatan bu gencin yanma gidecek, yanında Kur’an okuyup kelime-i şehadeti telkin edecekti. Benim de kendisiyle birlikte gitmemi istedi. Fakat ben o adama biraz kırgın olduğum için gitmek istemedim. Ancak hocanım, "Sen seyyidsin, evlâd-ı resûlsün, belki Allah [celle celâluhu] senin hatırına onu affeder” deyince kıramadım. Kalkıp gencin evine gittik

İçeriye girdiğimizde gencin renginin atmış olduğunu gördüm. Yâsîn-i şerif okumaya başladığımızda rengi düzelmeye başladı. Güzel bir hale büründü. Bir ara gözlerini açtı ve, “Kalkınız, kalkınız! Gavs Seyyid Abdülhakim geliyor, Şah-ı Hazne ve Hazret Muhammed Diyâüddin [kuddise sırrıhum] geliyor! Kalkın, onlara minderler getirin. Niçin kalkmıyorsunuz?” demeye başladı. Nihayetinde bu genç kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti.

Yine aynı köyde yaşlı bir adam vardı. Cami ve cemaat ehliydi. Ancak sâdâtlan, Allah dosdarını kabul etmez, sevmez ve inkâr ederdi. Hocamızın ısrarına rağmen ta­savvufu kabul etmedi. Bir gün onun da hastalandığını ve ölüm döşeğine düştüğünü duydum. Hocam bana, "Haydi kalk gidelim, onun da baş ucunda Kuran okuyup kelime-i şehadeti telkin edelim" dedi. Sâdâdarı sevmediğinden ötürü o adama da kırgındım ve pek de gitmek istemiyordum. Fakat hocam ısrar edince bera­berce kalkıp gittik.

İçeriye girdiğimizde adam simsiyah kesilmişti. Çok da ıstırap çekiyordu. Talebeler Yâsîn-i şerif okumaya başlayınca bu adam,

O okuduğunuz çirkin şeyde nedir öyle? Kesin bu çirkin pis sesi! Bırakın şunu okumayı, dedi. Bunu du­yunca odayı terkettim. Ne yazık İd yaşlı adam, bu hal üzerine can verdi. Keşke böyle olmasaydı. Allah onu da affetsin. Bakın bu kişi beş vakit namazım camide kıldı­ğı halde, sâdâdara münkirlik etmesi sebebiyle sonu felaket oldu. Böyle bir kötü hal üzere ruhunu verdi. Oy­saki genç, bu adam kadar bile cami ve cemaate önem vermiyordu. Hatta onu camiye zorla getirmiştim. Ama sâdâdarı sevdiğinden olsa gerek son nefeste imanla gitti. Öyle ki son anlarında sâdâtlann ruhlarının oraya geldiğini bile müşahede etmişti.

İşte sâdâdarı seven, onlara bağlılık gösteren kişiyi sâdâdar bırakmazlar. Bunun için bağlılık gerekiyor. Belge gerekiyor. Belge de sekiz şart âdâbı yapmaktır.

Son Nefeste İman, Hüseyin Okur, Hacegan Yayınları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder