Dünya hayâtı bittikten sonra başlıyan hayatta insanlar ya azapla veya ni'metle karşılaşırlar. Bu hayâtı beş safha hâlinde inceliyelim: I) Ölüm, 2) Kabir, 3) Kıyâmet, 4) Cennet, 5) Cehennem.
ÖLÜM: Bu mevzuda önce iki kişinin hâlini beyân edelim.
1- İbni Şibrime anlatır:
Bir gün Şâbî ile beraber bir hastanın ziyâretine gitmiştik. Hasta ölüm hâlindeydi. Yanında bulunan diğer bir kişi ona kelime-i şehâdet getirtmeğe çalışıyordu. Şâbî, hastaya şehâdet getirmek için zorlamamasını, rıfk ile söyletmeye çalışmasını ifâde etti. Bunun üzerine konuşmaya başlıyan hasta şöyle dedi:
- Bana kelime-i şehâdet telkin etsen de etmesen de onu söylerim.
Sonra şu âyeti okudu:
— O küfredenler kalblerine o taassubu, câhillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, resûlünün ve mü’minIerin emrine kuvve-i mâneviyyesini indirdi. Onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok lâyık ve buna ehil idiler. Allah her şey'i hakkıyle bilendir. (1)
Şâbî der ki:
— Allah'a şükür, arkadaşımız kurtuldu.
2 — Fadil İbni Iyâz'ın bir talebesi vardı. Bir ara hastalandı. Fadîl ziyâretine gitti. Başı ucuna oturarak (Yâsin) okumağa başladı. Talebesi okumamasını söyledi. Hocası bir müddet sükût ettikten sonra kelime-i şehâdet telkin etmek istedi. Bu sefer talebesi, (şehâdet getirmem. Ben ondan uzağım.) dedi ve bu hal üzerine öldü.
Fadîl bu duruma çok üzüldü: Kırk gün ağladı. Hiç dışarı çıkmadı. Sonra bir gün onu rü'yâsında gördü. Cehennemde öteye-beriye sürüklüyorlardı. Fadîl dedi ki:
— Sen benim en bilgili, en seçkin talebem idin. Hangi sebeple Allah senden îmânı aldı ?
Talebe cevap verdi:
— Üç şey benim îmansız ölmeme sebep oldu.
Birincisi: Kovculuk. Ben arkadaşlarıma size söylediğimin aksini söylerdim.
İkincisi: Hased. Arkadaşlarıma hased ederdim.
Üçüncüsü: İçki. Bir hastalığım vardı. Hekime gittim. Bana hastalığımın iyi olması için içki içmem gerektiğini söyledi. Ben de her sene içerdim.
Şimdi diğer iki kişinin hâline bakalım:
1 — Abdullah İbni Mübârek — Allah'ın rahmeti üzerine olsun — öleceği zaman başını göğe çevirir, gülümser ve şöyle der:
— Artık çalışanlar da bunun gibi bir murad için çalışmalıdır. (2)
İmâm-ı Harameyn, üstad Ebûbekir'den nakleder:
— Tahsil yıllarında bir talebe arkadaşım vardı. Çok çalışkan olduğu kadar takvâ sâhibiydi de. Aynı zamanda çok ibâdet ederdi. Böyle olduğu halde fazla bir şey öğrenemezdi. Ben buna hayret ederdim. Bir ara hastalandı. Bu hâlinde bile çalışırdı. Sonra hastalığı şiddetlendi. Ben de yanında idim. Bir ara başını göğe dikti ve (artık çalışanlar da bunun gibi bir ni'met için çalışmalıdırlar.) (3) dedi ve vefât etti.
2 — Mâlik İbni Dînâr anlatır:
— Bir komşum vardı. Bir ara hastalandı. Ziyâretine gittim. Ölüm hâlindeydi. Bana, «ey Mâlik, önüme ateşten iki dağ getirdiler. Üzerine tırmanmamı istiyorlar.» dedi. Âilesine ne yaptığını sordum. «İki ölçeği vardı» dedi, «biriyle alır, diğeriyle satardı.» Onları getirttim. Birbirine vurarak kırdım. Sonra hastaya nasıl olduğunu sordum. «İşi büyütmekten başka bir şey yapmadı.» dedi.
KABİR: (Ölüm ile kıyâmet arasındaki hayat). Burada da önce iki kişinin hâlini görelim:
1 — Birisi anlatır. Vefâtından sonra Süfyan Sevrî'yi rüyamda gördüm. «HâIin nasıl dedim.» Yüzünü çevirdi, «HaI soracak zaman değil!» dedi. Ben tekrar, «hâlin nice ey Süfyan dedim» Bunun üzerine şunları söyledi:
— Âşikâre rabbımı gördüm. Bana dedi ki:
— Ey Süfyan! Ben senden hoşnudum. Mübârek olsun. Gecelerde uyumaz, ibâdet eder, göz yaşları dökerdin. Bana âşık idin. Gel şimdi cennetimden istediğin köşkü seç. Benim ziyâretime gel. Ben senden uzak değilim.
2 — Bir adam vardı. Öldükten sonra birisi onu rü'yada gördü. Rengi solmuş, boynuna zincir takmışlar, elini de kelepçelemişlerdi. Onu gören sordu:
— Allah sana ne yaptı?
Cevap verdi:
- Sağlığımızda biz zamanla oynamıştık. Şimdi de o bizimle oynuyor.
Şimdi de diğer iki kişinin hâlini görelim:
1- (Erenlerden birisi anlatır) : Bir oğlum vardı. Şehid oldu. Onu uzun müddet rü'yamda görememiştim. Ancak Ömer İbni Abdülâziz'in öldüğü gece görebildim.
Dedim:
— Ey oğul! Sen ölmemiş miydin ?
Dedi :
- Hayır, ölmedim. Şehit oldu. Ben Allah'ın yanında diriyim. Ni'metlere garkediliyorum.
Dedim :
— Ne sebepten buraya geldin ?
Dedi:
- (Peygamberlerden, sıddlklardan, şehidlerden ne kadar gök ehli varsa Ömer İbni Abdülâziz'in cenaze namazında bulunsun.) diye nidâ edildi. Onun namazını kılmağa geldim. Bu vesileyle bir de size selâm vereyim, dedim.
2 — (Hişam İbni Hassân anlatır) : Bir oğlum vardı. Henüz genç iken öldü. Bir gün onu rü'yamda gördüm. Fakat ihtiyarlamıştı. Dedim:
— Ne bu ihtiyarlık!
Dedi:
— Mezarlığımıza bir ölü geldi. Onun gelişiyle cehennem öyle azdı, kudurdu ki heybetinden bütün gençler ihtiyarladı.
Cehennemin elim azâbından Allah'a sığınırız.
KIYAMET
Ey saâdet yolcusu! Allah'ın şu âyetini düşün:
— Takvâ sâhiplerini o çok esirgeyici Allah'ın huzûruna süvâri elçiler gibi toplayacağımız, günahkârları susuz olarak cehenneme süreceğimiz gün, çok esirgeyici Allah'ın nezdinde ahd almış olanlardan başkaları şefâat hakkına mâlik olamayacaklardır. (4)
Birisi kabirden kalkınca binitini, elbisesini yanında bulur. Giyinir, biner ve cennete gider. Yaya yürümek zorunda bırakılmaz. Diğeri, kabirden çıkınca zebânileri karşısında bulur. Onun ayaklarını zincire vururlar. Cehenneme ancak yuvarlanarak gidebilir.
Bâzı âlimler peygamberimizden şu sözü rivâyet ederler:
— Kıyamet günü olunca bir kısım kimseler kabirlerinden çıkarlar. Yeşil kanatlı güzide binitleri vardır. Onlara binerek mahşer meydanına gelirler. Cennete yaklaşınca melekler onları görürler ve birbirlerine sorarlar:
Birisi: Kim bunlar?
Diğeri: Bilmiyorum. İhtimal ümmet-i Muhammed'dendir.
Aralarından bir melek onlara sorar:
— Siz kimsiniz, kimin ümmetindensiniz?
— Muhammed’in ümmetindeniz.
Hesap verdiniz mi?
— Hayır!
— Amelleriniz tartıldı mı?
- Hayır!
— Amel defterinizi okudunuz mu?
- Hayır!
— O halde geriye dönün. Bunlar hepsi arkanızda!
— Bize bir şey verdiniz mi ki, onun üzerinden hesaba çekiIeIim?
Başka bir habere göre o kişilerin bu son cevabı şu şekilde olur:
— Biz başkalarının hakkını yiyecek bir şey'e mâlik olmadık ki. Sâdece Rabbımıza ibâdet ettik. Onun emirlerini yerine getirdik.
Bunun üzerine şu ses işitilir:
— Kullarım doğru söyledi. (İyilik edenlere karşı da muâhazeye bir yol yoktur. Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir. (5)
Bak bir âyette ne buyuruluyor:
— Bizim âyetlerimiz hakkında sapıklığa düşenler bize gizli kalmazlar. O halde içine atılacak olan mı hayırlıdır, yoksa kıyamet günü korkusuzca gelecek olan mı? Siz dilediğinizi işleyin. Çünkü o, ne yaparsanız hakkıyle görendir. (6)
Şimdi düşün ey saâdet yolcusu! Bir kimse ki kıyâmet gününün dehşetini müşâhede eder de hiç tasalanmaz, kalbine en ufak bir korku gelmezse onun hâli nice olur? Temennimiz odur ki Allah her birimizi ebediyyen mes'ud etsin.
CENNET - CEHENNEM
Saadet yolcusu! Cennet - Cehennem hakkındaki şu iki âyeti düşün:
— Rabları onlara tertemiz bir şarap içirmiştir. (Cennet ehline denir ki): İşte bu, sizin mükâfâtınızdır. Ameliniz makbûl olmuştur. (7)
— Ey Rabbımız! Bizi bu ateşten çıkar. Yine küfre dönersek o zaman muhakkak zâlimlerdeniz. (AIlah onlara şöyle) buyurur: Susun! Sinin orada. Bana bir şey söylemeyin. (8)
Rivâyete göre bu insanlara Allah böyle hitap ederken onlar kelp sûretine girerler. Cehennemde buluşurlar.
Bu elim azabdan Allah'ın merhametine sığınırız. Zira Yahya İbni Meâz'ın da dediği gibi bu iki hal, yâni cennetten mahrum olmakla cehenneme girmek birbirinden büyük iki musibettir. Çünkü cennetin mahrûmiyetine sabredilmez. Cehennemin de azâbına tahammül edilmez. Bununla beraber, cennet nilmetlerinden mahrûmiyet, cehennemin elim azabından daha kolaydır. En büyük felâket imansızlık sonucu ebedî cehennemlik olmaktır. Bir
— Cennet veya cehennemde ebedî kalma düşüncesi şark ve garp ehlinin kalbini parçalar.
Bir gün Hasan Basri'nin yanında bir hikâye anlatırlar. Cehennemde, (yâ Hannân, yâ Mennân!) diye figan ederek bir sene azap çektikten sonra en son çıkanın (Hınad) adında birisi olduğunu söylerler. Hasan Basri ağlar ve «keşke» der, «ben Hınad olsaydım.» Hazır bulunanların onun bu sözüne şaşırmaları üzerine şunları söyler:
— Niçin şaşırıyorsunuz? Nasıl olsa bir gün cehennemden çıkmıyacak mı? Benim çıkacağım da belli değil.
Bütün mes'ele; belleri büken, benizleri solduran, ciğerleri dağlıyan, gönülleri paralıyan, gözlerden kanlı yaşlar akıtan bir noktada toplanır. Bu nokta, «son nefeste imansızlık korkusu» dur.
Bâzıları derler ki: Kederler üç çeşittir:
1 — Yapılan ibâdetin kabûl edilmeme ihtimâlinden doğan keder.
2 - İşlenen günahın afvedilmeme ihtimâlinden doğan keder.
3 — Son nefeste îmansız gitme ihtimâlinden doğan keder.
Bâzılarına göre gerçek ve tek keder yalnız bu sonuncusudur.
Yûsuf İbni Esbât anlatır:
— Bir gün Süfyan Sevrî'ye gitmiştim. Çok ağlamıştı. Son derece kederliydi. «Bu ağlamanıza sebep günahlar mı?» dedim. «Hayır» dedi, «Allah'a karşı günahlar
Allah'tan dileğimiz odur ki bizi böyle bir musibete müptelâ etmesin. Bizden ni'metini esirgemesin. İmanlı ölüm nasib etsin.
SORU: «KORKU YOLU» nu mu, yoksa «UMUT YOLU» nu mu tercih edeyim?
CEVAP: Her ikisini birden!.. Sâdece birisi kâfi değildir. Esâsen hakikî umut, korku ile beraber olur. Aynı şekilde hakikî korku, umut ile beraber olur. Daha öncede söylendiği gibi gerçek mü'min hem Allah'ın azametinden korkar, hem de rahmetinden ümit kesmez. Bunun için derler ki:
— Umutlu kişi aynı zamanda korkar. Korkan kişi ayni zamanda ümitvâr olur.
SORU: Bu iki yoldan birinin, kısmen de olsa diğerine üstünlüğü olabilir mi?
CEVAP: Esas itibariyle olamaz. Yâni KORKU ile UMUT bir arada bulunmalıdır. Fakat bâzı hallerde birinin gâlip geldiği olabilir. Meselâ; kişi sıhhatli ve bolluk - varlık içinde olduğu zamanlar KORKU önde gelmelidir.
Hasta ve zayıf olduğu zamanlar ise UMUT önde gelmelidir. Âlimlerimiz bu mes'eleyi bu şekilde izah ederler..
Hastalık ve zayıflık anlarında daha çok Allah'ın rahmetini ummak, rivâyet edilen bir kudsî hadîse dayanır. AIlah buyurur:
— Ben, benim korkumdan gönülleri kırık olanların yanındayım.
Sıhhatli, kuvvetli ve imkânı bol olduğu zamanlarda Allah'tan korkan kimsenin; hastalık ve zayıflık ânında daha çok Rabbının merhametine sığınması yerinde olur.
Nitekim Kur'anda buyurulur:
— Gerçekten, (Rabbımız Allah'tır) deyip sonra sebat gösterenler var ya, onların üzerine ölüm ânnıda veya dehşet hâlinde, (korkmayın, mahzûn olmayın, va'dolunduğunuz cennetle neşelenin.) diye melekler inecektir. (9)
SORU: Allah hakkında hüsn-ü zan etmek hususunda birçok rivâyetler vardır. Buna göre «UMUT YOLU»nun ağır basması gerekmez mi?
CEVAP: Evet, doğrudur. Allah hakkında daima hüsn-ü zan etmek gerekir. Ancak Allah'a isyan etmekten sakınmak, azâbından korkmak ve onun yolunda gitmek te bir hüsn-ü zandır. Bu mevzuda insanların bir çoklarının hatâya düştüğü bir nokta vardır. — «UMUT» ile «TEMENNİ» yi birbirine karıştırmak. Bunlar farklı şeylerdir. UMUT, bir esâsa dayanır. Yâni bunun bir mesnedi vardır. TEMENNİ ise bir esâsa dayanmaz, mesnedi yoktur. Bunu bir misâlle açıklıyalım. Meselâ iki çiftçiden biri, ekim zamanı tarlasını sürer, tohumunu eker, hasad zamânı şu kadar mahsul almayı bekler. İşte bu «UMUT» tur. Onun bu ümidi bır esasa dayanır ki o da daha önceden tarlayı sürüp tohumu atmış olmasıdır.
Diğer çiftçi, zamanında tarlayı sürmez, tohumunu atmaz, tembellik eder, ekim zamanını gafletle geçirir. Sonra hasad zamânı gelince şu kadar mahsul almayı bekler. Onun bu hareketi hiç bir esasa dayanmıyan boş bir temenniden ibarettir.
İşte ibâdet ve Allah'a kulluk mevzuunda kişinin durumu da böyledir. İbâdetini yapan, isyan etmekten kaçan kişi, yaptığı ibâdetin kabûl edilmesini, ufak - tefek
Halbuki kişi bu esastan gâfil olur, ibâdet etmez, günah işler, Allah'ın öfkesine ve rızâsına aldırmaz, azâbından korkmaz, bir de cennet umar ve cehennemden kurtulmayı beklerse onun bu hareketi hiç bir mesnedi olmayan kuru bir temenniden ibârettir. Böyle bir hareketin adı hüsn-ü zan olamaz. Bu doğrudan doğruya dalâlettir hatadır. İkinci çiftçi misâli ekim zamanında tarIasına tohum atmıyan bu kişinin hasad zamanında mahsul beklemeye hakkı yoktur.
— Kurtuluş istersin, fakat kurtuluşa götüren yollara girmezsin. Karada gemi yürür mü?
Peygamberimizden rivâyet edilen bir hadis bu gerçeği daha iyi açıklar:
— Akıllı kimse o kişidir ki, nefsini kullanır. Ölüm için hazırlık yapar. Aciz kimse ise hevâ-yı nefsine uyar. Her kötülüğü yapar. Sonra da hiç bir esasa dayanmadan Allah'tan cennet temenni eder, cehennemden kurtuluş ister.
Bu mevzuda Hasan Basri şöyle der:
- Mağfiret temennisi, bâzı insanları felâkete sürükler. Hiç bir esâsa dayanmadan Allah'tan «yarlığama» temenni ederler. Bu yüzden sevabsız ve iflâs etmiş olarak dünyadan ayrılırlar. Derler ki:
- Allah'a hüsn-ü zannımız vardır!
Bunlar yalan söylerler. Eğer hüsn-ü zanları olsa nefislerine uymazlar, Allah'a itâat ederler.
Bunları söyleyen Hasan Basrî, sonra şu âyetleri okur:
— Her kim rabbına kavuşmayı ümid ve arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin. Rabbına ibadette hiç bir kimseyi ortak tutmasın. (10)
— Rabbınıza karşı beslediğiniz şu zannınız yok mu? İşte sizi o helâk etti. Bu yüzden hüsrâna düşenlerden oldunuz. (11)
Câfer Dab'î anlatır.
— Bir gün Ebû Meysere'yi gördüm. İbâdet için gıdâ rejimi yapmış ve o kadar zayıflamıştı ki kaburga kemikleri sayılıyordu. Dedim ki:
— Ey Meysere! Allah'ın rahmeti üzerinize olsun. Kendinizi niçin bu kadar sıkıyorsunuz? Rabbınızın rahmeti bol değil mi?
Bu sözüme öfkelenen Meysere şöyle dedi:
— Bende, Allah'ın rahmetinden ümidsiz olduğuma dâir herhangi bir emâre gördün mü? Allah'ın rahmeti, onun yolunda olanlara yakındır. Peygamberler, ermişler onun rahmetinin bolluğunu herkesten daha iyi bildikleri halde gece - gündüz rablarının yolundan çıkmazlar. İbâdet ederler, günahlardan kaçınırlar. Ne dersin? Onlar böyle hareket etmekle Allah'ın rahmeti hakkında hüsn-ü zan etmemiş mi oluyorlar? Bil'akis onun cömertliğine hüsn-ü zanları tamdır. Fakat gene biliyorlar ki Allah'ın emirlerini yerine getirmeden, yâni hiç bir esâsa dayanmadan hüsn-ü zan etmek aldanıştan, boş temenniden başka bir şey değildir.
Bu inceliğe dikkat et saâdet yolcusu! Peygamberlerin, ermişlerin hâlini düşün. Gaflet uykusundan uyan.
Muvaffakıyet Allah'tandır.
Saâdet yolcusu! Allah'ın rahmetinin bolluğunu; merhametinin öfkesinden üstün olduğunu ve gene merhametinin her şey'i kapladığını; seni mukaddes İslâm ümmetinden yaptığını ve bir çok ni'metlere garkettiğini; kitâbı Kur'an'a (Rahman - Rahıym = Hudutsuz merhamet sâhibi) kelimelerini ihtivâ eden başlık yaptığını; hiç bir şefâatcı olmadan sana gizli - açık bir çok ni'metler verdiğini; diğer tarafdan rabbının heybet ve öfkesine göklerin ve yerin dahi dayanamayacağını; buna karşılık kendinin gaflet içinde bulunduğunu ve günahlarının çokluğunu; onun ise bütün bu kusurlarına vâkıf olduğunu; akılların idrâk edemiyeceği derecede sevablar vereceğini, buna karşılık hatırlanması bile kalbleri durduracak derecede azab vermeğe muktedir bulunduğunu düşündüğün zaman bir kere Rabbının lütfuna, bir kere azâbına, bir kere merhametine, bir kere de günahkâr nefsine bakacaksın. Bütün bu düşünüş ve bakışlar seni KORKU ve UMUT yoluna götürecek. Artık sen şerîatın gerçek yoluna girmiş durumdasın. Ne nefsinin her yaptığı halde boş bir temenni ile avunanlardan; ne de Allah'ın rahmetinin bolluğunu unutarak karamsarlığa düşenlerdensin. Felâket yolları olan ifrat ve tefritten uzaksın. Bunların arasındaki saâdet yolunun şarabını içtin. Sırf UMUT YOLU korkunç soğuğu ile, sırf KORKU YOLU ise korkunç sıcağı ile sâliklerini öldürür. Fakat sen bunlardan kurtuldun. Öyle sanıyorum ki sen, zengin olarak hedefine ulaştın. İki müzmin hastalığı atlattın. Şifâ buldun. Nefsini itâat altına aldın. Gece-gündüz, aralıksız rabbının yolundasın.
Sen, Allah'ın:
— Hakikat bunlar (Peygamberler) hayır işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi. Onlar bize (Allah'a) derin saygı gösterirlerdi. (12) diye vasıflandırdığı kullarındansın.
Rabbının inâyetiyle bu BEŞİNCİ GEÇİT'i de atlattın. Şimdi senin için dünya ve âhirette nice ni'metler var. Allah'tan dileriz, her birimizi bu yolda dâim eylesin. Çünkü o, merhametlilerin en merhametlisi; cömertlerin en cömertidir. Onun kudreti taallûk etmeden karıncanın kanadı dahi kaynaşamaz.
(1) Feth Süresi, âyet: 26
(2) Sâffât Süresi, âyet: 61
(3) Aynı süre, aym âyet
(4) Meryem Sûresi, âyet: 85, 86, 87
(5) Tevbe Süresi, âyet: 91
(6) Fussilet Süresi, âyet: 40
(7) İnsan Süresi, âyet: 21-22
(8) Mü'mİnûn Süresi, âyet: 107-108
( 9) Fussilet Süresi, âyet: 30
(10) Kehf Süresi, âyet: 10
(11) Fussılet Süresi, âyet: 23
(12) Enbiyâ Sûresi, âyet: 90
Abidler Yolu, İmam-ı Gazali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder