Ey saâdet yolcusu kardeşim! —Allah, yardımıyle her birimize güç versin— Gideceğin doğru yol belIi oldu. Şimdi bu yol boyunca, işlediğin güzel amelleri, yaptığın ibâdetleri fesaddan ve zâyi olmaktan korumalısın. Bu, «İHLÂS» ile ve «ALLAH'ın MİNNET HAKKI» nı anmakla olur. Amellerde ihlâslı olmanın iki faydası vardır:
1 — Hulûs-u kalble yapılan ibâdet Allah yanında hüsn-ü kabûl görür. Büyük sevablara vesile olur. Sırf Allah için yapılmıyan ibâdetler ise tamamen veya kısmen reddedilir, kabûl edilmez. Nitekim peygamberimizden rivâyet edilen bir hadîs-i meşhurda şöyle buyurulur:
— (Allah buyurur): Ortağa muhtaç olmıyanların en muhtaç olnuyanı benim. Kim ki işlediğini sırf benim için işlemez, başkasını ortak ederse benim nasibim onadır. Ben ancak hulûs-u kalble benim için yapılan amelleri kabûl ederim.
İhlâssız olarak dünyada işlediği amellere karşılık âhirette sevab istemeğe kalkan kimselere Rabbımızın şöyle söyliyeceği rivâyet edilir:
— Dünya hayâtında meclislerde istediğin gibi hareket ettin. Baş oldun. Dilediğin gibi aldın, sattın. Bu hareketlerinde hiç bizim hoşnutluğumuzu düşünmedin. Keyfi hareket ettin. Şimdi bizden ne istersin?
Bu ve benzerleri, amellerini sırf Allah için yapmamanın tehlikeleri ve zararlarıdır. İhlâs'ın zıddı olan riyâ, gizli ve alenî olmak üzere iki rezâlete, ayrıca iki musibete sebep olur.
BİRİNCİ REZALET: Kişi bir amel işlediği zaman, melekler sevinçle o ameli alarak Allah'a götürürler. Fakat riyâ karışan, gösteriş için yapılan bu amel hakkında Allah şöyle buyurur:
— Götürün o ameli zindana atın. Sâhibi onu benim için işlemedi. Başkalarına gösteriş için yaptı! Böylece bu amel ve sâhibi melekler yamnda rezil - rüsvâ olur.
İKİNCİ REZALET: Peygamberimizden nakledilen bir hadîsde şöyle buyurulur:
- Kıyâmet gününde mürâîler dört isimle çağrılır:
— Ey imansız, ey günahkâr, ey hâin ve sapık!.. Amelin zâyi oldu. Ecrin iptal edildi. Nasibin yok. O amelleri kimin için işmişsen git ondan mükâfatını al, ey hileci adam!
Bu sözler kıyâmet günü halk arasında alenen söylenir. Böylece mürâî rezil - rüsvâ olur.
Gene rivâyete göre kıyâmet günü tellâllar yüksek sesle şöyle bağırırlar:
— Ey hakkı bırakıp halka tapanlar! İbâdetleri gösteriş için yapanlar, riyâkârlar! Kalkın, taptıklarınızdan mükâfatlarınızı isteyin. Allah yalnız katıksız ibâdetleri kabûl ediyor!
Riyânın sebep olduğu musibetlere gelinde:
BİRİNCİ MUSİBET: Riyâ, cennetten mahrûmiyete sebep olur. Peygamberimizden rivâyet edilen bir hadîste şöyle buyurulur:
— Cennet konuşur ve şöyle der:
- Allah beni hasislere ve mürâîlere haram kıldı.
Bu hadîsin îzâhı iki şekilde yapılabilir.
1 — Hasisden maksad, kelime-i şehadeti söylemiyendir. Mürâîden maksad, Allah'a inanmadığı, birliğini tasdik etmediği halde, inanır ve tasdik eder görünendir.
2 — Eğer hasislikten ve mürâîlikten vazgeçmez, nefsini yola getirmezse iki tehlike vardır.
Birincisi: Bu hasislik ve mürâîlik onu küfre götürür. Cennetten mahrum kalır. İmandan çıkar. Böylece cehenneme müstehak olur. Allah'ın gadabından gene Allah'a sığınırız.
İKİNCİ MUSİBET: Riyâ, cehenneme girmeğe sebep olur. Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bir hadîste Resûlûllah şöyle buyurur:
— Kıyâmet günü hesap için ilk huzûra çağrılan üç zümredir:
1 — Kur'an okuyanlar,
2 — Allah yolunda cihad ederek ölenler,
3 — Zengin olanlar.
Bunlardan, Kur'an okuyanlar huzûra getirilir.
Allah kendisine sorar:
— Peygamberime gönderdiğim kitâbı sana bildirmedim mi?
— Kur'an okuyucu:
— Evet yâ Rabbi?
— Öğrendiklerinle neler işledin?
Kur'an okuyucu:
— Gece - gündüz Kur'an’ı okudum.
Allah:
— Yalan söylüyorsun!
Melekler :
— Yalan söylüyorsun!
— Senin maksadın Kur'an okumak değil, «Ne güzel Kur'an okuyor.» Nitekim dendi de!..
Sonra maldâr olan huzûra getirilir.
Allah kendisine sorar:
- Dünyada sana mal-mülk ve zenginlik vermedim mi? Kimseye muhtaç olmadan hayat sürmedin mi?
Zengin :
— Evet yâ Rabbi.
- Verdiğim bu zenginliğe karşı ne gibi iyi işler yaptın?
Zengin :
— Fakirlere yardım ettim. Sadakalar verdim.
— Yalan söylüyorsun!
Melekler:
— Yalan Söylüyorsun!
— Sen fakirlere yardım olsun diye vermedin. «Ne cömert insan» desinler diye verdin. Nitekim böyle de dendi de!..
Daha sonra harbe girip ölen huzûra getirilir. AIlah kendisine sorar:
— Söyle, ne yaptın?
Harpte ölen:
— Allahım, senin yolunda cihad etmekle emrolundum. Savaştım, öldürdüm, öldürüldüm.
Allah:
— Yalan söylüyorsun !
Melekler :
— Yalan söylüyorsun!
— Sen benim için savaşmadın. Benim için vatan müdâfaasına koşmadın. Sâdece, «ne cesur adam!» desinler diye harbe girdin. Nitekim hakkında böyle söylendi de!..
Ebû Hüreyre şöyle devam eder:
Resulullah bunları anlattıktan sonra eliyle dizine vurarak şöyle buyurdu :
- Ey Ebû Hüreyre! Bunlar o kişilerdir ki cehennem önce onlarla alevlendirilir.
İbni Abbas da şöyle der:
— Resûlûllah'dan işittim. Diyordu ki:
- Cehennem ve cehennem ehli mürâileri görünce bağrışırlar, inlerler.
Sordular :
- Ey Allah'ın Resûlü, ateş nasıl bağırır, çağırır?
Buyurdu:
«Harâretinin fazlahğından gürler, ses çıkarır.»
Aklı olanlar için bunlarda büyük ibretler vardır.
SORU: (İHLÂS, RİYA) ne demektir, bunların hükmü nedir? İşlenen amellere ne gibi tesiri olur?
CEVAP: Alimlerimizce «ihlâs» iki türlüdür.
1 — Amelde ihlâs,
2 — Sevab talebinde ihlâs.
AMELDE İHLÂS; «Allah'a yakınlık dilemek, onun buyruğuna tâzim, dâvetine icâbet etmek» demektir. İyi bir inanç, amelde ihlâsa vesile olur. Bu ihlâsın zıddı «NİFAK» tır. «NİFAK», «Allah'tan başkasına yakınlık dilemek, yapılan ibâdet ve iyi ameli Allah'tan başkasına gösteriş için yapmak» demektir.
SEVAB TALEBİNDE İHLAS; «Hayırlı işler işliyeyek karşılığında âhirette menfaat ummak» demektir.
Havârîler Hazret-i İsâ'va sorarlar:
— Hâlis amel nedir? İhlâslı kişi kimdir?
Cevap verir:
— Hâlis amel, katıksız amel yâni sırf Allah rızâsı için yapılan ameldir. İhlâslı kişi ise, yaptığını sırf Allah için yapan, ondan başka hiç bir kimsenin yaptığı ameli öğmesini istemiyen kişidir.
Bir kimsenin yaptığı herhangi bir iyiliği Allah'tan başka kimsenin övmesini istememesi riyâyı önler. İhlâsa vesile olur.
Bâzı âlimlerimizin (İHLÂS)ı târifleri:
Cüneyd :
(İHLÂS) ; Amelleri kedere vesile olacak şeylerden tasfiye etmektir.
Fadîl:
— (İHLÂS) : Bütün zevkleri unutmak ve yapılan amelleri devamlı murâkabe altında bulundurmaktır.
Peygamberimiz, ihlâs hakkında sorulduğu zaman şöyle buyurur :
— Rabbim Allah, dersin. Sonra o nasıl emrediyorsa öylece istikamete gelirsin.
Bu hadisin îzâhı şöyledir:
(Hevâ-yı nefsine tapmazsın. İbâdetini katıksız Allah için yaparsın. Allah nasıl emrediyorsa öylece istikamete gelirsin.)
Bu hadis bize, ibâdetlerimizde ve hayırlı işlerimizde Allah 'tan başka hiç bir şey'e en ufak bir meyil göstermememiz gerektiğini ifâde etmektedir. İşte gerçek ihlâs budur. Yâni yapılan şeyde yalnız Allah'ın hoşnutluğunu gözönünde bulundurmak! ..
(İhlâs)ın zıddı (riyâ) dır. Riyâ, âhirete taallûk eden, Allah'ı alâkalandıran bir fiille dünya menfaati dilemektir.
Riyâ iki çeşittir:
1 - SIRF RİYA (katıksız riyâ),
2 — KARIŞIK RİYA (katıklı riyâ).
Sırf riyâ, işlediği ameli sırf dünyalık sağlamak için yapmaktır.
Karışık riyâ ise, işlediği ameli hem dünya menfaati, hem de âhiret menfaati sağlamak için yapmaktır.
Buraya kadar (İHLÂS) ve (RİYÂ) nın ne demek olduğunu açıkladık. Şimdi de bunların yapılan amellere ne gibi tesirleri olduğunu görelim :
Amelde ihlâs; kişinin Allah'a yaklaşmasına vesile olur. Sevap talebinde ihlâs ise, amellerin kabûl edilmesine ve ecrinin çok olmasına sebep olur. Birinci, ihlâsın zıddı olan (NİFAK), amelleri bâtıl eder; sevâba müstahak olmaktan çıkarır.
SORU: İhlâs nerelerde olur? Hangi amellerde vâcibdir veya değildir, her amelde iki ihlâs da bulunur mu?
CEVAP: Bâzı âlimlerimize göre ameller üç kısımdır. Birinci kısım amelde her iki ihlâs ta vukû bulur. Bunlar aslî ve zâhirî ibâdetlerdir. İkinci kısım amellerde her iki türlü ihlâs da vukû bulmaz. Bunlar aslî - bâtınî ibâdetlerdir.
Üçüncü kısım amellerde yalnız, (sevab talebinde ihlâs) vukû bulur. Bunlar da mübah olan amellerdir.
SORU: İhlâs, amelden önce mi, sonra mı, yoksa amel esnâsında mı olmalı ?
CEVAP: Amelde ihlâs, fiil esnâsında olur. Yâni hayırlı işi yaparken veya ibâdet ederken ihlâslı olmak gerekir. İş bittikten sonra olamaz.
Sevab talebinde ihlâs ise, bâzan amel işlendikten sonra da olabilir. Bâzı âilmlerimize göre ise ihlâs, fiilin bitimi esnâsında olmalıdır. Fiilin bitimi esnâsında kişi hangi niyyette ise ameli ona göre değerlendirilir.
SORU: Her amel için başlı başına bir ihlâs şart mıdır, yoksa bütün amellere bir ihlâs yetişir mi?
CEVAP: Bu hususta âlimlerimizin fikirleri değişiktir. Bâzılarına göre her bir amel için ayrı bir ihlâs şarttır. Bâzılarına göre de bütün ibâdetler için bir ihlâs kâfidir. Namaz - abdest gibi birbirine bağlı ibâdetlerde ise bir ihlâs yeter. Çünkü bunlardan biri bozulursa çok kere diğeri de bozulur.
SORU: Bir kimse yaptığı hayırlı bir iş sebebiyle sâdece Allah'tan dünya menfaati istese, insanların kendisini öğmelerini hatırına getirmese ve onlardan herhangi bir menfaat beklemese o kimsenin bu hareketi riyâ sayılır mı?
CEVAP: Ne demek? Yapılan bir hayır işiyle dünya menfaati sağlamaya kalkışmak riyânın tâ kendisidir. Âlimlerimiz derler ki:
- Riyâda esas olan, murâd edilen şeydir.
Mâdemki kişi yaptığı hayırlı işle dünya menfaati sağlamak istiyor. O halde bu riyânın tâ kendisidir. İster o dünyevî menfaati Allah'tan istesin, isterse kullardan istesin, farketmez. Nitekim Allah buyurur:
— Kim âhiret sevâbını isterse onun sevâbını artırırız. Kim de dünya menfaatini isterse, ona da dünyalık veririz; fakat ahirette ona hiç bir nasib yoktur. (1)
Yapılan bir hayırlı işte iki hal vardır:
1 — İşi yapanın hangi niyyetle yaptığı,
2 — İnsanların bu işi görmesi veya görmemesi.
Riyâya sebep, bu iki şeyden birincisidir. Kişinin niyyeti fâsid değilse insanların görmesi riyaya sebep olmaz. Gerçi (Riyâ), (Rü'yet - görmek) aslındandır. Fakat bu, riyânın ekseriyetle insanların görmesiyle vukû bulmasındandır. Esas riyâya sebep olduğu için değildir.
SORU: Yaptığı hayırlı bir iş yüzünden Allah'tan dünyevî menfaat isteyen kimse, bunu insanların minneti altına girmemek ve rabbına ibâdet edebilmek gayesiyle istemiş olsa gene riyâ olur mu?
CEVAP: İnsanların minneti altına girmemek çok malla, makam ve rütbe ile olmaz ki!.. Muhânete muhtaç olmak istemiyen kanaat eder. Allah'ın verdiğiyle yetinir. İnsanlara muhtaç olmamanın tek çâresi kanaattir. Kanâatkâr olan ve Allah'ın rızk hususundaki kefilliğine itimad eden herkese meşrû kazancı kâfi gelir. (Allah'a ibadet etmek gâyesiyle dünyevî menfaat talep etme) hususuna gelince:
Eğer gerçekten bu niyyetinde samimî ise yâni daha çok Allah'a ibâdet etmek, hayırlı işler yapmak istiyorsa o zaman riyâ olmaz. Çünkü o bu niyetiyle ya âhirete âit bir şey yapmış veya hayırlı bir iş işleyerek cemiyete faydalı olmuş oluyor. Hayırlı bir iş yapmayı dilemek, yâni yararlı bir teşebbüste bulunmak ise riyâ sayılamaz. Bu mevzu çok mühimdir ve inceden inceye bilinmesi gerekir. Meselâ yaptığı hayırlı bir iş sebebiyle Allah'tan dünyevî meta' istiyen bir kimse bundan, maldâr olmayı ve bu yüzden halk arasında ve âlimler yanında îtibar kazanarak:
1 — İslâmî inançları kuvvetlendirmeyi, İslâmî inançlara aykırı mezhepleri çürütmeyi,
2 - İslamı inançlara aykırı mezhepleri çürütmeyi,
3 — İlmî neşriyat yapmayı,
4 — Halkı dinî faaliyetlere teşvik etmeyi kasdediyor ise onun bu isteği riyâ sayılmaz. Çünkü bütün bunlar, hakikatin gâlip gelmesini istemek, onun zaferi için çalışmak demektir. Fakat bunları yapmak niyetiyle dünya metâı talep eden kimse sonra bu faaliyetlerinden dolayı kendi nefsi için bir şeref payı ayırmağa kalkarsa o zaman riyâ olur.
Öteden beri bâzı Tanrı Erenleri sıkıntılardan kurtulmak ve dünya malına sâhip olmak için (VÂKIA Sûresi) ni okurlar. Bir gün bir büyüğümüze bunun (ibâdet sayılan bir amelle yâni Kur'an okumakla dünya metâı talep etmek demek olup olmadığını) sordum. Bana şöyle cevap verdi:
— Tanrı Erenlerinin o sûreyi okumaktan maksatları bir temenniden ibarettir. Yâni onlar o sûreyi okuyarak Allah'tan, kendilerini kanâatkâr yapmasını, ibâdet etmek ve ilim öğrenmek için kuvvet vermesini dilerler. Böyle dilekler hayırlı dilekler cümlesindendir. Dünyalık istemek değildir.
Sıkıntılı zamanlarda bu sürenin okunması, peygamberimizden ve sahâbeden bize kadar ulaşan haberlere dayanır. Hattâ rivâyete göre İbni Mes'ud, ölümüne yakın bütün malını - mülkünü hayır işlerine sarfeder, çocuklarına hiç bir şey bırakmaz. Bunun üzerine kendisine, (çocuklarına niçin mal bırakmadığı sorulunca) şu cevabı verir :
— Ben onlara (Vâkıa Sûresi)ni bıraktım.
İşte sahâbeden nakledilen bu haberler üzerine, sıkıntıılı anlarında Vâkıa sûresini okumak, âlimler ve ermişler arasında bir âdet oldu. Yoksa Tanrı Erenleri dünya sıkıntılarına aldırmazlar. Hattâ sıkıntı içinde yaşamayı hayır addederler, ganimet sayarlar. Allah'ın kendilerine bir lütfu kabûl ederler. Ni'metlere garkolmayı ve bolluk içinde yaşamayı ise uğursuzluk ve musibet sayarlar. HAK-YOL yolcularının sermâyesi açlıktır. Bu yol (TASAVVUF EHLİ) nin, büyüklerinin ve ilk sâf müslümanların yoludur. Daha önce de belirtildiği gibi bu sûreyi okumaktan maksad, kanâatkârlığı dilemek; ibâdet edebilmek ve hayırlı işler yapabilmek için Allah'ın yardımını talep etmektir. Mâruz kalınacak muhtemel bir sıkıntıya karşı zaaf göstermek ve zevku-safâ için dünyalık istemek değildir. Bunun üzerinde bilhâssa şunun için duruyorum :
— Bâzı insanlar bu sureyi gerçekten mal - mülk sâhibi olmak, dünyalık toplamak için okurlar. HAK-YOL yolcuları yukarıda îzâh ettiğim gibi iyi niyyetlerle okurlar. Bir kısım insanlar bu iki zümreyi ayırt edemezler. Kurunun yanında yaşı da yakmak gibi bir duruma düşerek HAK-YOL yolcularını, (ibâdet yoluyla dünyalık istemek) gibi bir töhmet altına sokarlar. Halbuki onlar hakkında böyle düşünmek yanlıştır.
İbâdetlerin fesâdına sebep olanlardan biri de (ucüptür. Ucüp; (kişinin, yaptığı hayırlı bir işi kendine mâl etmesi, Allah'ın lûtfunu tanımaması ve bunu kendisinin büyük bir muvaffakıyeti olarak görmesi) dir.
Ucüb'ün iki büyük zararı vardır:
BİRİNCİ ZARAR: Ucüp, Allah'ın yardımına sed çeker. Ucüb eden kimse rabbının yardımına nâil olamaz. Rezil olur. Allah'ın yardımından mahrûm olmak kişi için felâkettir, ölümdür. Nitekim Resûlûllah buyurur :
— Üç şey felâkettir:
1 — Hırs ve bahillik,
2 — Hevâ-yi nefse uymak,
3 — Kendini beğenmek (ucüb).
İKİNCİ ZARAR : Ucup, ibâdetleri ve yapılan güzel amelleri isfad eder, mahveder. Bu gerçeğe işâret eden paygamber Hz. Îsâ şöyle der :
— Ey havâriler, nice kandiller vardır ki rüzgâr onları söndürür. Nice âbidler vardır ki ucüp onların ibâdetlerini ifsad eder. Kendilerini abidlikten çıkarır. Işık veremiyen lâmba neye yarar? Demek ki esen rüzgâr lâmbanın Işığını söndürdüğü gibi ucup te güzel amelleri mahvetmekte, faydasız hâle getirmektedir. O halde yapılan ibâdeti semeresiz hâle koyan ucübden sakınmak herkese vâciptir.
SORU : Ucüp ne demektir, amellere ne gibi tesiri olur, açıklar mısınız?
CEVAP : Ucüp, (kişinin, işlediği güzel bir ameli büyütmesi) dir. Âlimlerimiz bunu daha geniş şekilde şöyle açıklarlar :
— Ucüp,( kişinin işlediği bir amel-i sâlihin şerefini Allah’tan başkasından bilmesidir.) İşlenen güzel amellere şerefi ancak Allah verebilir. Allah’ın değer vermediği bir amel hiç bir zaman şeref kazanamaz. Ucüp sahibi kişi ise kendini beğendiğinden yaptığı bir işin tamamen kendi mahâretinin eseri olduğunu söyler. Bâzan da her şeyi, muvaffakıyetinde sebep durumunda olan insanlara bağlar.
Ucüb'ün zıddı, Allah'ın ni'metini hatırlamaktır. Bu, şu demektir:
— Kişinin başarısı, Allah'ın lûtfu ve yardımıyle olur.
Ameller ancak onun vereceği değere göre şeref kazanır. Bir kimsenin ucüp'e düşeceği sırada Allah’ın bu minnet hakkını hatırlaması farzdır. Böyle bir tehlike vârid olmadığı zamanlarda ise nâfiledir.
Ucüp'ün amellerdeki tesirine gelince, bazı âlimlerimize göre işlediği güzel bir amelde ucüp'e düşen kimse
SORU : Allah'ın güzel ameller işlemeğe muvaffakıyet verdiği, fiilleri şereflendirdiği ve mükâfatlandırdığı hususunda nasıl ücup edilebilir?
CEVAP : Ucüp eden yâni yaptığı işte ancak kendini gören ve kendini beğenenler üç kısımdır :
1 — Her fiilinde Ucüp edenler, yalnız kendini görüp kendini beğenenler. Bunlar mûtezile ve kaderiye inancına sahip olanlardır. Fiillerinde hiç Allah'ın minnet hakkını tanımazlar. Allah'ın lûtuf ve yardımını inkâr ederler. Bunlar her hal ve fiillerinde ucüp içindedirler.
2 — Dâima Allah'ın minnet hakkını düşünerek hiç bir hal ve fiillerinde ucüp'e düşmeyenler. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
3 — Bazen Allah'ın minnet hakkını hatırlıyarak ucüpten kurtulan, bâzan da bundan gâfil olarak ucüb'e düşenler. Çoğunlukla halk tabakası bu sınıftandır.
SORU : Ucüp ve riyâdan başka ibâdetlerin kabulünü engelliyen şeyler var mı ?
CEVAP : Evet. İbâdetlerin kabul edilmemesine sebep olan bir çok şeyler vardır. Fakat ucüp ve riyâ bunların başında gelir. Yâni bunlar asıl sebeplerdir. Diğerleri bunlardan neş'et eder. Onun için bilhassa bu İkisini ele almayı uygun bulduk.
Bazı âlimler, kulun amellerini on şeyden koruması gerektiğini söylerler. Bu on şey şunlardır :
1 — Nifak : Müslümanlar arasına ayrılık tohumu serpmek, dinde riyâ yapmak.
2 — Riya : Bir ibâdeti, bir hayır işini insanlara gösteriş için yapmak,
3 — Müslümanlar arasında bozgunculuk yapmak,
4 - Yapılan iyiliği başa kakmak,
5 — Başkalarına eziyet etmek,
6 - Nedâmet duymak,
7 — Ucüp : Gözünde kendisini büyütmek,
8 - Hasret : Elinden çıkan bir nimet yüzünden devamlı surette kederlenmek.
9 — Allah'ın vereceği muvaffakıyeti umursamamak.
10 - Herhangi bir hususta insanların ayıplanmasından korkmak.
Bu on şeyin herbirinin zıtları ve amellere zararları vardır.
1 - Nifakın zıddı amellerde ihlastır.
2 - Riyânın zıddı, yapılan iyiliğin veya ibâdetin ecrini yalnız Allah'tan beklemektir.
3 - Bozgunculuğun zıddı birlik- beraberliktir.
4 - Başa kakmanın zıddı, iyiliği yapıp Allah'a havale etmektir.
5 — Ezâ'nın zıddı, fiilerini korumak ve güzelleştirmektir.
6 — Nedametin zıddı, kendine sahip olmak ve hiç bir günah şey işlememektir.
7 - Ucüb'ün zıddı, Allah'ın minnet hakkını hatırlamaktır.
8 - Hasretin zıddı, hayırlı ganimet edinmektir.
9 — Umursamamanın zıddı, Allah'ın vereceği muvaffakiteye tâzim etmektir.
10 — İnsanların ayıplamasından korkmanın zıddı, Allah'tan korkmaktır.
Bu on şeyin amellere olan zararlarına gelince :
1 — Nifak, amellerin fesâdına sebep olur.
2 - Riyâ, amellerin kabûl edilmemesine sebep olur.
3,4 - Başa kakmak ve ezâ yapılan iyilikleri bâtıl eder.
5 — Nedâmet, bütün amelleri ifsat eder.
6 - Ucüp amellerin sevaplarını giderir.
7,8,9 - Hasret, umursamama ve insanların ayıplaması korkusu amellerin değerini düşürür.
Âlimlerimizin amellerin korunması hakkında söyledikleri bunlardır. Ben ce bir amelin kabûlü veya reddi, o amel işlenirken yapılacak davranışa bağlıdır. Eğer kişi işlediği ameli, gerekli her türlü tâzîmi göstererek yapıyorsa kabûle şâyandır. Yok, istihfafla yapıyorsa kabûle şayan değildir, reddedilir. Amellerin fesâda uğraması, faydalarının iptal edilmesi demektir. Fesâda uğrayan bir amelin bazan bütün sevabı iptal edilir. Bazen de bütün sevap iptal edildiği gibi, bahşiş kabilinden verilen ihsanlar da iptal edilir. Sevap, işlenen iyi amellere karşılık olarak verilen mükâfattır. Bunun dışında fazladan verilen sevaplar da vardır. Ameller, yerine ve durumuna göre değişiktir. Yâni mühim, daha mühim ve en mühim yerler ve haller olabilir. Meselâ; avamdan birısine ihsanda bulunmaktansa ehl-i hayırdan birisine ihsanda bulunmak daha iyidir. Ana - babaya ve bir peygambere ihsanda bulunmak başta gelir.
(1) Şûrâ Süresi. âyet:20
Abidler Yolu, İmam-ı Gazali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder