22 Şubat 2021 Pazartesi

Riya ve Ucubun Zararları

 Ey saâdet yolcusu! Bu geçitte çok dikkatli ol. Gaflet uykusundan uyan! Yoksa felâketle karşılaşırsın. Çünkü bu geçit, saâdet yolculuğunda karşına çıkan geçitlerin en tehlikelisidir. Bundan önceki geçitlerde kazandıklarını, kazâya uğratmadan buradan geçebilirsen büyük kazanç sağladın, ganimete kondun demektir. Eğer bu geçiti geçen bütün çalışmaların hebâ olacak, ümidlerin suya düşecek, hayâlin mahvolacak.

Burada üç şey vardır:

1 — Mes'ele çok incedir,

2 — Zarar çok büyüktür,

3 — Tehlike çok korkunçtur.

1 — MES’ELE ÇOK İNCEDİR. Çünkü riya ile ucüp çok kere farkına varılmadan amellere girer, onları ifsâd eder. Kişi bunun farkında bile olmaz. Hele câhillerle gaflet uykusunda olanlar bu iki hastalıktan kendilerini kurtaramazlar. Amelleri ifsâd eden bu iki kötü huydan ancak kalben uyanık olup dinî mes'elelerde basiretli olanlar kurtulabilir. Bana Nişabur'da anlatmışlardı.

Atâ adında biri, elbiselik bir kumaş dokur. Hiç bir kusuru olmaması için her îtinâyı gösterir. Sonra satmak üzere çarşıya götürür ve tüccara arzeder. Fakat alıcı tüccar kumaşta bir kusur bulur. Bunun üzerine Atâ kumaşı alır, hüngür hüngür ağlamaya başlar. Tüccar kumaşın kusurunu söylediğine pişman olur ve özür dileyerek onu talep edilen fiata alacağı söyler. Oysaki Atâ tüccarın sandığı gibi kumaşın kusurlu olmasına ağlamamaktadır. Şu cevâbı verir:

- Mes'ele senin zannettiğin gibi değil. Ben kumaşın kusurlu çıkmasına ağlamıyorum. Onun kusursuz olması için bütün gayretimi sarfettim ve ben hiçbir kusur göremedim. Halbuki basîretli olan yâni kumaştan anlıyan birinin önüne geliverince kusurlu olduğu meydana çıktı. Ben bu kusurdan gâfil imişim. Şimdi düşündüm, ya bizim amellerimiz ne olacak? Acaba yarın Allah'a arzedilince onlarda bizim gâfil olduğumuz nice ayıplar, kusurlar meydana çıkacak. İşte ben buna ağladım.

Büyüklerden birisi anlatır:

— Bir gece seher vakti idi. Yol kenarında bir yerde (Tâhâ Sûresi) ni okumuş, sonra oracıkta uyuya kalmıştım. Rü'yamda birisini gördüm. Gökten indi, elinde bir kâğıt vardı. Üzerinde (Tâhâ Sûresi) yazılıydı. Her kelimenin karşılığında on sevap verilmişti. Fakat bir kelime kazınmıştı. Karşılığında sevab yoktu. Dedim ki, «yeminle söylerim bu kelimeyi de okumuştum. Niçin onun mukâbilinde sevab yok.» O şahıs «evet» dedi, «doğru söylüyorsun. Sen onu okumuştun. Biz de kaydetmiştik. Fakat ARŞ'tan gelen bir emir üzerine sonradan onu sildik.» Ben ağlıyarak sebebini sorunca şu cevabı verdi:

— Sen tam o kelimeyi okurken yoldan biri geçiyordu. Ona işittirmek için sesini biraz yükselttin. Riyâ yaptın. Onun için o kelime ve karşılığındaki sevab kazındı.

2 — ZARAR ÇOK BÜYÜKTÜR. Çünkü riya ile ucüp öyle iki büyük âfettir ki bir anda gelir, yetmiş senelik ibâdeti mahveder.

Birisi bir gün Süfyan Sevrî'ye ziyâfet verir. Yemek esnâsında bir tabak istemek lüzum eder. Hâne sâhibi şöyle seslenir:

-  Birinci hacda aldığım tabağı getirmeyin. İkinci hacda aldığım tabağı getirin.

Bu söz, Sevrî'nin hoşuna gitmez. Riyâ olduğunu anlar ve şöyle der:

— Ey düşüncesiz adam! Bu sözünle, yaptığın her iki haccı da ifsâd ettin.

Riyâ ve ucüb'ün zararlarının büyük olduğunun bir delili de şudur:

Riya ve ucübden uzak olan her ibâdetin Allah yanında değeri büyüktür. İsterse o ibâdet küçük bir şey olsun. Riyâ ve ucüp karışan her ibâdetin ise Allah yanında hiç bir değeri yoktur. İsterse bu, büyük bir ibâdet olsun. Nitekim Hz. Ali şöyle der:

— Allah yanda makbûl olan ibâdet asla küçük değildir.

Bir âlime sorarlar:

- Şu, şu amellerin sevâbı ne kadardır?

Âlim cevap verir:

- Kabûl olunursa sayısızdır.

Başka bir âlim de şu hikâyeyi anlatır:

-  Eskiden bir adam vardı. Yetmiş sene ibâdet etmişti. Oruç tutardı. Cumartesinden cumartesine iftar ederdi. Bir gün Allah'tan bir dilekte bulundu. Fakat kabül edilmedi. Bunun üzerine nefsini tekdir ederek şöyle dedi :

— Senin uğursuzluğun yüzünden dileğim kabûl edilmedi. Eğer sende hayır olsaydı mutlaka isteğim olurdu.

Adamın nefsi hakkındaki bu samimî sözleri üzerine Allah bir melek göndererek şunları söyletti:

-  Ey Âdem oğlu! Samimî olarak şu bir anlık nefsini tekdir edişin, yetmiş yıllık ibâdetinden daha hayırlıdır.

Aklı olan bu söze dikkat etsin. Kişi, yetmiş sene ibâdet ediyor. Fakat bir anlık ucüp bu yetmiş seneyi mahvediyor. Gene samimiyetle bir an kendi hâlini düşünmek yetmiş senelik ibâdetten daha hayırlı oluyor. İşte riyâ ve ucüb'ün zararları bunun için büyüktür. İhlâsla bir an kendi hâlini düşünüp böyle yetmiş senelik ibâdet sevâbı kazanmak mümkün iken bunu yapmamak büyük aldanış değil midir? Böyle kendisinde hem büyük kazanç, hem de büyük zarar olan bir hasletten sakınmak herkese vâcibdir, Mâdem ki amellerimize riyâ ve ucüb karıştırmamakla en büyük kazancı sağyoruz o halde bunlardan şiddetle sakınmalıyız. Gene riyâ ve ucüb amellerimize girince bizi zararların en büyüğüne soktuğuna göre onlardan şiddetle kaçınmalıyız. Bu gerçeği ancak basîretli kişiler görür. Onlar, önce bu esasları inceden inceye öğrenirler, sonra da îtinâ ile amellerinde tatbik ederler. Gene onlar bilirler ki Allah yanında kabûle şâyân olmadıkca ibâdetlerin çokluğu hiç bir değer ifâde etmez. Yâni onlar amellerin çokluğu ile değil, kabûl derecesiyle tatmin olurlar. Daha açık bir şekilde basiretli kişilerin umdeleri şudur:

— Bir pırlanta, bin boncuktan daha iyidir.

Bu söz çok yerindedir. Gerçekten riyâ ve ucüb yüzünden fesâda uğramış birçok ibâdetin bulunmaktansa, Allah huzûruna götürülmeye lâyık sâf bir ibâdetin olsun daha İyidir.

Şimdi bir de bilgisiz ve basiretsiz kişilerin hâline göz atalım. Bunlar görünüş insanlarıdır, iç âlemlerinin fesadğına hiç bakmazlar. Amellerinin kusurları görmezler. İbâdetlerine kendi kendilerine zâhirî birer merâsim şekli bulurlar. Namazlarda rükûlar, secdeler tam birer merâsime tâbi tutulur. Yememek, içmemek... gibi benzeri şeylerle kendilerine güçlük çıkarırlar. Görünüşte ibâdetin çokluğu onları aldatır. Yâni onlar için ibâdetin çokluğu işi halleder. Bilmezler ki içi boş bir yığın ceviz hiç bir işe yaramaz. Temeli sağlam olyan binanın tavanının yüksek olmasının bir fâidesi yoktur.

3 — TEHLİKE ÇOK KORKUNÇTUR: Gerçekten tehlike birkaç bakımdan korkunçtur:

a) Allah öyle bir sultandır ki kudretinin ve büyüklüğünün hududu yoktur. Kullarına sayısız ni'metler vermiştir. Buna karşılık insanların günahları çoktur. Nefsleri dâima kötülük yapmak ister. Vucûdü günahlarla kirlenmiş ve nefsi dâima kötülüğe meyyal bir insanın rabbına lâyık ibâdet yapması zordur. Bu durumda büyük bir kazancı kaçırmış olur. Bu kazanç, Allah'ın itâatkâr kullarına vereceği ni'metlerdir. Öyle ni'metler ki onların kaçırılmasına nefs dayanamaz. Yâhut itâatsizlik yüzünden öyle mâruz kalınır ki tahammülü imkânsızdır.

b) Allah'ın azameti o derece yücedir ki, bütün ulu melekler gece - gündüz onun hizmetindedirler. Hattâ onlardan bir kısmı yaratılalıdan beri hâlâ kıyamda, bir kısmı rükû'da, bir kısmı secde'de ve gene bir kısmı da tesbih'dedir. Kıyamda olanın kıyâmı, rükû'da olanı rükû'u, secdede olanın secdesi ve tesbihte olanın tesbihi kıyâmet günü sûr üfürülünceye kadar devam eder. Sûr üfürülüp hepsi bu hizmetlerinden fâriğ olunca şöyle derler:

- Ey Rabbımız! Sana hakkıyle ibâdet edemedik.

c) Hz. Muhammed — O ki Peygamberlerin en büyüğü, âlemlerin en hayırlısı, insanların en bilgilisi ve en faziletlisidir — şöyle söyler:

- Ey Rabbim, senin kendi nefsini övdüğün gibi ben seni övmeğe muktdir değilim. Kaldı ki sana lâyık bir şekilde ilâdet edeebileyim.

Aynı büyük insanın ağzından gene bir gün şu sözler dökülür:

- Hiç bir kimse kendi ameline karşılık cennete girmeğe hak kazanamaz.

Sahâbe sorar:

— Siz de mi ey Allah'ın Resûlü.

Resûl cevap verir:

— Evet, ben de. Ancak Allah beni rahmetiyle ihâta eyledi.

d) Allah'ın ni'metleri o derece çoktur ki, buyurur:

— O (Allah), size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah'ın bunca ni'metini birer birer saymak isterseniz, imkânsız, siz onları icmal sûretiyle bile sayamazsınız. Hakikat insan çok zulümkâr, çok nankördür. (1)

Peygamberimizden rivâyet edildiğine göre, insanlar kıyâmet günü haşredileceği zaman üzerlerinde halledilecek üç mes'ele bulunur.

1 — Sevablar

2 — Günahlar

3 — Ni'metler

Kulun işlediği sevablar, Allah'ın ni'metlerine karşık kabûl edilir. Her bir sevâba karşı bir ni'met vardır. Sevablar - ni'metler mes’elesi ylece halledilir.

Günahlar açıkta kalır. Onlar da Allah'ın dileğine bağlıdır.

e) Nefs çok şerirdir. Kusurludur. Kişinin başına büyük musibetler getirir. Bunları daha önce açıklamıştık.

En korkulacak husus şudur:

— Kişi yetmiş senelik ömrü boyunca ibâdet eder, zahmet çeker. Fakat kusurlarından gâfildir. Bu yüzden yetmiş senelik ibâdetinin hiç biri makbûl olmaz. Bâzan uzun müddet ibâdet eder. İbâdetleri de kabûle şâyandır; fakat Allah'ın nzâsına uygun düşmeyen bir hareketi yüzünden bütün bu ibâdetler bir anda mahvolur, gider. Bunlardan daha tehlikelisi, kişi bâzan ibâdettedir. Allah o anda kuluna nazar eder. Onun görünüşte Allah'a; hakikatte ise kullara yönelmek sûretiyle mürâîlik yapmakta olduğunu görür. Allah korusun, bu, gerçekten korkunç bir şeydir.

Bir âlimden işitmiştim. Hasan Basrî'den şöyle bir şey hikâye etmişti:

— Hasan Basrî öldükten sonra bir gün onu rü'yamda gördüm. Ne halde olduğunu sordum. Bana dedi ki:

Ölümümden sonra Allah'ın huzûruna çıkarıldım.

Bana şöyle hitap etti:

— Hatıryor musun ey Hasan? Bir gün mescidde namaz kılıyordun. İnsanların gözü sana dönüverince namazı uzatmış, riyâya kaçmıştın. Eğer o gün namazının başında ihlâslı olmasaydın bugün seni huzûrumdan kovar, rahmetimden mahrûm ederdim.

Görülüyor ki mevzu' mühim, tehlike büyüktür. Bunun için aklı olanlar bu konu üzerine dikkatle eğilirler. Hattâ insanların gördüğü amellere hiç değer vermezler. Şu sözler onların, insanların gördüğü amellere değer vermediklerini anlatır:

— Amellerimden, insanların gördüklerini bir şey saymam.

— Günahları gizlediğin gibi sevablarım da gizle.

— Gizleme imkânı elinde varsa işlediğin iyiliği mutlaka gizle.

Bir gün Muhammed İbni Vâsî ile Mâlik İbni Dînâr bir meclisde buluşurlar. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Mâlik İbni Dinâr:

— Allah'a itâat etmiyen cehenneme girer.

Muhammed İbni Vâsi:

— Allah'ın rahmetine nâil olmıyan cehenneme girer.

Mâlik İbni Dinâr:

— Ne iyi ki senin gibi bir muallime muhtac oldum.

Bayazıd-ı Bestâmî anlatır :

— Otuz sene ibâdet ettim. Sonunda birisini gördüm. Bana şöyle dedi :

Ey Bâyezid, Allah'ın hazinesi ibâdetle doludur. Eğer Rabbına kavuşmak istersen alçak gönüllü ol.

Bir gün üstad Ebül-Fadl şöyle der:

 — Bu yaptığım ibâdetlerin kabûl olmayacağı biliyorum.

Sorarlar :

- Niçin kabûl olmaz ?

Üstad cevap verir :

— Çünkü ibâdetin makbûl olma şartlarını biliyorum.. Benim ibâdetimde bu şartlar bulunmuyor.

— O halde niçin yapıyorsun? sorusuna ise üstad şu cevabı verir :

— Umarım ki Allah bir gün beni ıslah eder. Nefsim dâima hayırlı işler yapmayı kendisine şiâr edinir.

İşte bilgili ve basiretli kişilerin hâli!

Saâdet yolcusu, şimdi sana düşen böyle kişilerle sohbet etmektir. Tâ ki ye'se düşmeyesin, emellerin boşa çıkmaya. Tembellikle efendilik kazanılamaz. Nefsi terbiye etmek gerekir.

Bu mevzu' ile alâkalı bir haber vardır. Peygamberimizden nakledilir ve birçok kitaplarda yazılıdır. İbni Mübârek anlatır:

Birisi Muâza der ki:

— Bana peygamlerden işitip ezberlediğin ve dehşetinden her gün hatırladığın bir hadîs söyle:

— Muâz «evet» der. Sonra uzun müddet ağlar. Daha sonra şöyle der:

— Bir ara Resûlûllah'ın yanındaydım. Bir binite bindi. Beni de arkasına bindirdi. Yola koyulduk, başını göğe kaldırdı. Sonra, «HamdoIsun O Allaha ki yarattıklahaknda dilediği gibi hükmeder. Daha sonra, «Ey Muâz» dedi, «buyur, ey peygamberlerin efendisi!» diye cevap verdim. «Sana» dedi, «tutarsan fayda verecek, zâyi edersen Allah yanda delilsiz kalmana sebep olacak bir haber bildireyim mi? » ve devam etti: «Ey Muâz! Allah yedi kat gökleri vücûda getirmezden önce yedi melek yarattı. Her birini bir gök kapısına kapıcı ve bekçi yaptı. Gene diğer  kapıların her birine birer bekçi melek koydu. Her kulun amelini muhâfaza etmekle vazifeli melekler, o kişinin amelini alıp göğe çıkarırlar. Bu amel güneş gibi parlar. Birinci göğe geldikleri zaman ameli korumakla vazifeli melekler o ameli överler, îzâm ederler. Fakat tam kapıya geldikleri anda bekçi melek şöyle der:

— Götürün bu ameli, sâhibinin yüzüne çarpın. O, gıybet ederdi. Rabbim bana gıybet edenlerin amellerini buradan geçirmemi emretti.

Sonra başka bir kişinin amelini muhafaza etmekle vazifeli melekler onun amelini alırlar, ikinci semaya götürürler. Amelden nûr fışkırmaktadır. Melekler bu ameli îzâm ederler, temize çıkarırlar. Fakat tam kapıya geldikleri zaman bekçi melek şöyle der:

— Durun, bu ameli sâhibinin yüzüne çarpın. O, bunu işlerken Allah'ın rızasını gözetmedi. Dünya için yaptı. Rabbim bana, kendi rızâsı için yapılmayan amelleri buradan geçirmememi emretti.

Bu sözü işiten bütün melekler o amelin sâhibine lânet ederler.

Bu sefer koruyucu melekler sadakalar, oruçlar ve daha birçok iyiliklerden ibaret bir ameli alırlar, sevinçle ve övünçle üçüncü semâya çıkarırlar. Tam kapıya geldikleri zaman bekçi melek şöyle der:

— Durun, bu ameli sâhibinin suratına çarpın. O, insanlar arasında çok kibirlenirdi. Rabbim bana, kibirlilerin amellerini buradan geçirmememi emretti.

Gene koruyucu melekler namaz, oruç, hac . .. dan ibaret bir ameli alırlar. Dördüncü semâya çıkarırlar. Bu amel bir yıldız, bir inci dânesi gibi parlar. Fakat tam kapıya geldikleri zaman bekçi melek şöyle hitap eder:

— Durun, bu ameli sâhibinin yüzüne çarpın o, bir amel işlediği zaman mutlaka ona ucüb karıştırırdı. Rabbım bana ucüb edenlerin amellerini buradan geçirmememi emretti.

Sonra koruyucu melekler, bir kişinin gelin gibi süslenmiş amellerini alırlar. Beşinci kat semaya çıkarırlar. Bu ameller cihad, hac, umre gibi ibarettir. Güneş kadar parlak ziyâları vardır. Tam kapıya geldikleri zaman bekçi melek der ki:

— Bu amelin sâhibi, Allah'ın insanlara verdiği ni’metlere hased ederdi. Rabbim bana hased edenlerin amellerini buradan geçrmememi emretti. Götürün, sâhibinin suratına çarpın onları!

Gene kişinin aynellerini muhafaza etmekle vazifeli melekler, abdest, birçok namaz, oruç, hac, umre ... den ibaret ameli alıp altıncı semaya çıkarırlar. Kapıya geldikleri zaman bekçi melek şöyle der:

— Onları sâhibinin yüzüne çarpın.. O, insanlara hiç merhamet etınezdi. Gaddâr idi. Birisine bir musibet gelse sevinirdi. Rabbım bana merhametsizlerin amellerini buradan geçirmememi emretti.

Yedinci semâya çıkan meleklerin götürdükleri amel namaz, oruç, cihad gibi ibâdetlerden ibarettir. Şimşek sesi gibi yıldırım ziyası gibi ziyası vardır. Yedinci semân kapısına geldikleri zaman beçi melek der ki:

- Götürün bunu. Sâhibinin riyâkâr yüzüne çarpın. O bunla işlerken hep riyakârlık yapardı. Akranları arasında yükselmek, büyükler yanda itibar sâhibi olmak isterdi. Rabbim bana, sırf kendisi için yapılmıyan amelleri buradan geçirmememi emretti. Allah için yapılmayan her amel riyâdır. Mürâîlerin ameli kabûl edilmez.

Bundan sonra koruyucu melekler bir kulun namaz, zekât, oruç, hac, umre, güzel huy ... dan ibaret amelini alırlar. Yedi kat semân melekleri onun geçmesine müsâade ederler. Allah'ın huzûruna getirirler ve Allah için işlendiğine, amel-i sâlih olduğuna şâhitlik yaparlar. Allah buyurur ki:

— Ey kulumun amelini korumakla vazifeli melekler! Siz sâdece zâhire bakmak, zâhiri korumakla mükellefsiniz. Ben, kulumun kalbini murâkabe ederim. Bu kulum bu amelleri işlerken beni dilemedi. Başkalarını diledi. Ameli sırf benim için işlemedi. Ben onun o amellerle kimleri menmun etmek istediğini bilirim. Lânetim onun üzerine olsun. İnsanları ve sizi aldattı; fakat beni aldatamadı. Çünkü ben bütün gayb âlemini bilirim. Kalblerden her şeye vâkıfım. Hiç bir şey bana gizli değildir. Benim için uzaklık - yakınlık olamaz. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman müsâvidir. Geçmişleri nasıl biliyorsam gelecekleri de aynen bilirim. Benim için gizli açık mefhumu yoktur. O halde kulum beni nasıl aldatabilir? O, ancak kendi iç yüzüne vâkıf olayan yaratıklaaldatabilir. Ben ise bütün gaypları bilirim. Lânetim üzrine olsun.

Bu sözleri işiten yedi melek ve ayrıca üç bin melek derler ki:

-  Ey rabbız, senin ve bizim lânetimiz bu mürâînin üzerine olsun!

Daha sonra bütün gök ehlinin şu nidâsı duyulur :

— Allah'ın lâneti ve bütün lânet edenlerin lâneti onun üzerine olsun!

Allah resûlünden bunları dinleyen Muaz bir ara yaşın yaşın ağladı ve «Ey Allah'ın Resûlü!» dedi, «Bu tehlikeden kurtuluş nicedir?» Peygamber cevap verdi:

— Ey Muaz, Resûlûllah'a uy. Onun yolundan git.

Muaz tekrar sordu:

— Sen Allah'ın Resûlüsün. Ben ise Muaz'ım. Senin için kurtuluş vardır. Benim için nasıl olur?

Resül buyurdu :

— Evet, ey Muaz. Senin için de kurtuluş mümkündür:

1 — Dilini gıybetten koru. Bilhâssa Kur'an esaslarına sâdık kalanlar hakkında ileri-geri konuşmaktan sakın.

2 — Ötekinin - berikinin kusurlarını aramaktan ziyâde kendi kusurlarıgör.

3 — Başkalarını kötülemek sûretiyle kendini medhetme yoluna sapma, Dâima başkalarını kötüleyen kendini methetmiş olur.

4 — Müslüman kardeşlerini küçültmekle kendini yükseltme. Dâima başkalarını küçük düşüren kendini yükseltme yoluna sapmış demektir.

5 — Halk arasında tanınmak için amellerinde mürâilik yapma.

6 — Ahiretini unutturacak şekilde hırsla dünyaya sarılma.

7 — Yanda başka kişiler varken birisiyle fısıldaşma.

8 — Halk arasında büyüklük taslama. İnsanlar arasında büyüklük tasyan dünya ve âhirette hayırlı işler göremez.

9 — Toplulukta kötü söz söyleme. Kişiler senin kötü huyundan sakınmak mecburiyetinde kalmasınlar.

10 — Ettiğin iyiliği başa kakma.

11 — Köpekler gibi, dilinle insanların ırz, nâmus, şeref ve haysiyet elbiselerini yırtma. Sonra cehennem köpekleri de seni yırtar, parçalarlar. Nitekim Allah buyurur:

— And olsun (kâfirlerin cesedlerine) boğulmuş olan ruhlarını tâ derinliklerinden söküp koparan, (mü'minlerin canım ise) rıfk ile çıkaran ölüm meleklerine. (2)

Burada Muaz,

— Ey Allah'ın Resûlü, bu saydıklarınızı yapmağa kimin tâkati yetişir? diye sorunca, peygamberin cevabı şu oldu:

— Ey Muaz, bu saydıklarımı tatbik etmek Allah'ın yardımıyla çok kolaydır. Onları kendinde kolaylıkla tatbik edebilmek için şu esası kendine şiar edinmelisin:

— Kendin için istediğini başkala için de istemek, kendine yapılmasını hoş görmeyeceğin bir hareketin başkalarına yapılmasını da hoş görmemek.

İşte bu esâsı benimseyip kendinde tatbik ettiğin zaman selâmet bulur ve kurtulursun.

Bu hadisi Muaz’dan işiten zât der ki:

— Muaz bu hadisi Kur'an okumaktan daha çok tekrar eder, her toplulukta onu okurdu.

Ey saâdet yolcusu! Bu büyük, elim, akılları hayrette bırakan, yürekleri hoplatan, nefesleri tıkayan, korkudan insa paralıyan haberi dinledin. Şimdi sana düşen Rabbının yoluna girmek, gece-gündüz doğrulukta olup onun rahmetini niyaz etmektir. Zira bu bâdireden seni ancak rabbinin rahmeti kurtarabilir. Onun imdâdı yetişmezse bu denizden sağ-sâlim çıkamazsın. Gaflet uykusundan uyan. Her şey'i gereği gibi yap. Nefsinle mücâdele et. Onu yola getir. İsyan yollarından ayrıl. Umulur ki felâkete sürüklenenlerden olmazsın. Her şeyde, her halde Allah'tan yardım iste. Zîra o, yardım edenlerin en hayırlısıdır. Gene o, merhametlilerin en merhametlisidir. Onun kudreti taallûk etmeden karınca kanadıkıynaşramaz.



(1) İbrâhim Süresi, ayet: 34

( 2) Nâziât Sûresi, âyet: 1-2


Abidler Yolu, İmam-ı Gazali 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder