Ey saâdet yolcusu! Allah sana muvaffakıyet versin. İbâdetinin doğru olabilmesi için ENGELLER'İ aşmalısın. İbâdet yolunda ilerlemeyi önliyen dört ENGEL vardır. Birincisi dünya ve onun meşgaleleridir. Bu ENGEL, Allah'a yönelmek ve dünya'dan yüz çevirmekle, tepelenebilir. !
İki sebepten dolayı Allah'a yönelmeli ve dünyadan yüz çevirmelisin.
Birincisi :
İbâdetinin kabûle şâyân olabilmesi için Allah'a yömelmeli ve dünyadan yüz çevirmelisin. Çünkü ona sımsıkı bağlanırsan, maddî kuvvetin dünyalık aramakla, kalbin ise onun sevgisi ve hayâliyle meşgul olur. Bir insanın içli - dışlı dünya ile meşgul olması ibâdet etmesini engeller. Çünkü bir şey; birbirine zıt iki şeyle aynı zamanda meşgul olamaz.
Dünya ile âhiret, bir erkeğin iki kıskanç karısına benzerler. Biri memnun edilse diğeri kırılır.
Gene dünya ile âhiret iki zıt yön, doğu ile batı gibidir. Birine ne kadar yüzünü dönersen, diğerinden o derece yüz çevirmiş olursun.
DÜNYA İNSANIN DIŞ HAYATINI YANİ VÜCUT VARLIĞINI MEŞGUL EDER.
Sahâbeden Ebüdderdâ :
(Ahiret ile dünyayı beraber yürütmek istedim. Bir araya gelmediler. Ben de âhirete sarılarak dünyayı boşladım.) der.
Hazret-i Ömer buyurur:
— Eğer dünya ile âhiret benden başka birisi için bir araya gelmiş olsalardı, benim için de gelirlerdi. Çünkü Allah bana hem dünyalık için kuvvet, hem de âhiretlik için mülâyemet vermişti.
Büyüklerimizden bize gelen haberler böyle olunca fâni olan dünyayı ikinci dereceye atıp bâki olan âhireti seçmelisin.
DÜNYA İNSANIN İÇ VARLIĞINI YANİ DÜŞÜNCE HAYATINI YANİ KALBİNİ DE MEŞGUL EDER.
Peygamberimiz (s.a.v) buyurur:
- Dünyasını seven, âhiretine zarar verir. Ahiretini seven, dünyasına zarar verir. Ey ümmetim! Ebedi olanı geçici olana tercih ediniz.
Saâdet yolcusu! Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi görünüşün dünya ile, kalbin de onu düşünmekle meşgul olursa, hakkıyle ibâdet yapamazsın. Fakat hem içinle, hem dışınla Allah'a yönelirsen ibâdet etmen kolaylaşır.
Hattâ bu hususta sana uzuvların yardımcı olurlar. Selmân-ı Fârisî der ki: «Kul Allah'a yöneldiği zaman kalbi nurlanır. Uzuvları ibâdette kendisine yardımcı olurlar.»
Dünyadan yüz çevirip Allah'a yönelmeni gerektiren sebeplerden ikincisi:
İbâdetinin değeri artar, şerefi yüce olur.
Allah Resûlü buyurur:
— Kalbi yalnız Allah sevgisiyle dolu olan bir âlimin kıldığı iki rek'at namaz, bu sevgiden mahrum olanların ömrü boyunca yapacakları ibâdetlerden hayırlıdır.
Mâdemki Allah'a yönelenlerin ibâdeti değer ve şerefce daha üstündür. O halde kişi kalbinin bütünüyle Allah'a bağlanmalı ve dünyadan elini - eteğini çekmelidir.
SORU: Dünyadan elini-eteğini çekmek ve Allah'a bağlanmak ne demektir, nasıl olur?
CEVAP: Âlimlerimize göre dünyayı bırakıp Allah'a bağlanmak iki yoldan tahakkuk eder:
1 — Dünyada eremediği muradlarını illâ ele geçirme isteğini terketmek kendisini dünyaya bağlıyan mal ve mülkü dağıtmak ve tekrar toplama düşüncesini kalbinden çıkarmak suretiyle. Bunları yapmak insanın kendi elindedir.
2 — Dünya ni'met ve meşgalelerinin kulun kalbine soğuk gelmesi suretiyle. Bu. insanın elinde değildir. Yani insan istediği zaman dünyadan nefret etme duygusuna sahip olamaz. Fakat bir kimse birinci şıkta söylenen esasları yaparsa zamanla kalbinde dünyadan nefret duygusu peydâ olurr. Bütün varlığı ile Allah'a bağlanır. Allah'a gerçek bağlanış, ondan başka hiç bir şeyin sevgisini taşımamaktır. En güç olanı kalbden dünya muhabbetini atmaktır. Nice kişiler vardır ki dış görünüşleri ile dünyayı sevmezler; fakat için için dünyaya bağlıdırlar. Böyleleri müthiş bir kasvet ve ıztırap içindedirler. Mühim olan dünyayı kalbten sevmemek, kalben istememektir. Allah buyurur:
— İşte âhiret yurdu! Biz onu yer yüzünde ne büyüklük, ne de bozgunculuk arzusuna düşmiyenlere veririz. (1)
Bu âyette, âhiretin mutlu hayatına kavuşma, dünyada büyüklük ve fesatlık murad etmemeğe bağlanmaktadır.
— Kim âhiret ekimini dilerse onun ekinini artırırız. Kim de dünya ekimini isterse ona da bundan veririz. Ahirette ise onun hiç bir nasibi yoktur. (2)
— Kim bu çabuk geçen dünyayı isterse biz de burada ona, biz kimi dilersek ona dileyeceğimizi hemen veririz. Sonra da onu cehenneme koyarız. O buraya kınanmış ve rahmetten kovulmuş olarak gelir.
— Kim de iman ederek âhireti diler, onun icin bir gayretle çalışırsa işte onların çalışmaları makbul olur. (3)
Ey saâdet yolcusu! Görmüyor musun, bu âyetlerde hep istek'e işaret edilmektedir. O halde bir şey'i kalbin istemesi veya istememesi mühimdir. Bir insan dünyaya kalben bağlı ise her ne kadar fiilen bağlı görünmese de hakkıyle Allah'a yönelemez. Fakat kul, kendisine dünya sevgisini aşılayan malını dağıtır, eremediği emellerine ulaşma isteğini terkederse Allah'tan umulur ki kalbinden dünya istek ve sevgisini def'etme yolunda ona başarı verir. Çünkü Allah 'ın ikrâmı boldur. Dünyanın felâketlerini ve kusurlarını düşünmek, insanı birikmiş malını dağıtmağa ve emellerini terketmeğe sevkeder. Bâzıları der ki:
- Dünyanın zenginliği değersiz, tasası çok, insanları hasistir. Aynı zamanda dünya sür'atle yokluğa gitmektedir. Onun için dünyayı terkettik.
Fakat bu sözde dünyaya bağlılık kokusu vardır. Çünkü birisinin ayrılığından şikâyet eden kimse, onun vuslatını sever. Rakipler bulunduğundan bir şey'i terkeden yalnız kalınca o işten hoşlanır.
Bu mevzuda en doğru söz şudur:
— Dünya, Allah'ın düşmanıdır. Sen ise onu sevmektesin. Kişi sevdiğinin düşmanına buğzeder.
Dünya aslında kirdir, necâsettir. Dünya hayatının sonu murdarlıktır. Izdırap ve yok olmaktır. Fakat o güzel ve zînetli görünür. Gâfiller onun bu dış görünüşüne aldanırlar. Akıllılar ise gerçeği görerek Allah'a yönelirler.
SORU: Dünyanın zevk ve safâsından kaçınmak farzmıdır?
CEVAP: Dünyada zevk ve safâ:
1 - Haram şeylerde,
2 — Helâl şeylerde olabilir.
Haram şeylerde zevk ve safâdan kaçınmak farz; helâl şeylerde nâfiledir.
Allah'a bağlılığı tam olan kişiler için haram, necis bir ölü gibidir. Ona asla yaklaşılmaz. Sadece mecbur kalınırsa zararı def'edecek kadar yaklaşılabilir. Helâl da sadece ölü mesabesindedir. Ona da sadece ihtiyaç miktarı yaklaşılır. Haram aynı zamanda ateş derecesindedir. Ona yaklaşmak âbidlerin hâtırından bile geçmez. Ondan tiksinirler, nefret ederler. Kalblerinde ona yanaşmak için en ufak bir meyil bulunmaz. İşte kişinin kalbine dünyanın tabiatı zevku safâya meyyâldir.
SORU : Bu kadar zevk ve safâsıyla dünya nasıl necis bir ölü veya ateş mesâbesinde olabilir? Halbuki dünyanın tabiatı zevku safâya meyyaldir.
CEVAP: Allah 'ın tevfikine nıazhar olup dünyanın aslında bir necis olduğunu idrâk edebilenlerce gerçekten o, ateş mesâbesindedir. Fakat dünyanın iç yüzüne vâkıf olmayıp da görünüşüyle mağrur olan basiretsizler için bir zevk ve safâdan ibarettir. Bunu hir misalle açıklayalım:
— Birisi nefis bir tatlı hazırlasa ve bunun içine biraz öldürücü zehir koysa, konulan bu zehiri iki kişiden biri görse diğeri görmese, sonra bu tatlıyı güzel yaldızlı tabaklara koyarak o iki kişiye sunsa ne olur? İçine zehir konduğunu bilen adam ondan asla yemez. O tatlı onun yanında ateşden daha tehlikelidir. Tabakların yaldızına ve güzelliğine aldanmaz. İçinde zehir bulunduğunu bilmeyen adam ise güzel tabaklardaki bu nefis tatlıya hırsla saldırır. Oburca yer. Bu güzel tatlıyı yemediği için yamndakini kınar. Çok kerre onu enayi olmakla suçlar.
İşte haram şeylere karşı basiretli kişilerle gâfillerin tutumu buna benzer. Eğer tatlıyı hazırlıyan, zehir koymasa da içine tükürse veya sümkürse sonra karıştırarak güzel tabaklarla sunsa ne olur? Bu durumu gören adam ondan tiksinir, nefret eder. Mecbur kalmadıkça ondan yemez. İçine tükürüldiiğünü bilmeyen adam ise onu iştahla yer.
İşte bu da helâl şeylere karşı şuurlu ve basiretli kişilerle gâfil ve düşüncesiz kişilerin tutumudur. Her iki adam, tabiat ve bünyece bir oldukları halde biri basiret ve bilgisinden dolayı tatlıya yanaşmadı. Diğeri ise gaflet ve cehaletinden dolayı zehirli tatlıya hırsla saldırdı. Eğer öteki gibi o da zehirli veya tükürülmüş olduğunu bilseydi yemezdi. Yahut öteki adam zehir olduğunu bilmeseydi beriki gibi o da yerdi. Bundan anlaşılıyor ki dünyada helâl-haram demeyip zevku safâ peşinde koşanlar bunu tabiatlarının isterikliğinden değil, gaflet ve cehâletleri yüzünden yapmaktadırlar.
SORU: Vücûdumuzun varlığını devam ettirebilmemiz için bize bir miktar dünyalık lâzım. Gıdasız olmayacağına göre dünyadan nasıl yüz çevirelim?
CEVAP: Gıda almaktan maksad, Allah'a ibâdet edebilmek için vücûdu kuvvetlendirmektir. Zevk için yemek, içmek değildir. Mühim olan keyif için yapılan şeylerden kaçınmaktır. Yoksa Allah dilerse bir şeyle, bir sebeple, dilerse meleklerde olduğu gibi sebepsiz olarak kullarını ayakta tutma kudretine mâliktir. Kulların hiç aklına getirmediği yerlerden onlara rızık kapılarını açar. Nitekim Kur'an'da buyurulur:
— Kim Allah'dan korkarsa o ona bir kurtuluş yeri verir. Onu hayâline gelmiyecek bir cihetten rızıklandırır. Allah'a güvenirse o kendisine kâfidir. (4)
Buna göre rızık, talep edilmeden de elde edilebiliyor. Zevk ve safâ yapmak için değil. Allah'a ibâdetini tam sıhhatle yapabilmek için rızık talep et. O zaman senin bu yorulmaların dünya için değil, Allah için olmuş olur. Böylece hem dünyadan yüz çevirerek Allah'a yönelmiş, hem de rızkını temin etmiş olursun. Bunu böylece bil.
İBADET ETMEYİ ÖNLEYEN İKİNCİ ENGEL INSANLARDIR. Allah her birimizi insanlardan uzaklaşmak sûretiyle ibâdet etmeye muvaffak etsin. İki sebepten dolayı halktan uzak durmalısın.
Birinci sebep:
Onlar seni meşgul ederler. Bu yüzden Allah'a olan vazifeni yapamazsın. Nitekim birisi anlatır:
— Bir gün bir topluluğa rastladım. Ok atıyorlardı. Bir tanesi de onlardan uzakta tek başına oturuyordu. Onunla konuşmak istedim. Bana (Allah'ı anmak seninle konuşmaktan daha iyidir.) dedi. Ben, (burada yalnızsın) dedim; (Hayır) dedi. (rabbim ve iki melek benimledir.) (Ok yarışında hangisi geçti?) dedim, Allah kimi afvetti ise o geçti.) diye cevap verdi. (Yolum ne tarafa ?) diye sordum. Eli ile göğü işaret ederek kalktı ve benden uzaklaştı.
Halk seni oyalar, ibâdetine mâni olur. Hattâ kötülüğe ve felâkete sürükler.
Büyüklerimizden Hâtem Esam der ki :
- Halktan beş şey istedim, fakat yaptıklarını görmedim. (Allaha itâat edin, ondan başkasına bağlanmayın.) dedim, yapmadılar. (O halde bana yardımcı olun, bunları ben yapayım.) dedim, yanaşmadılar. (Ben Allah'a ibâdet edeyim, siz bundan incinmeyin.) dedim, incindiler. (Benim Allah yolunda olmamı engellemeyin.) dedim, engellediler. (Allah’ın hoşnut olmayacağı şeylere beni dâvet etmeyin. Dâvet ettiğinizde gelmediğim zaman bana düşmanlık beslemeyin.) dedim, dinlemediler. Ben de onları terkettim. kendi başbaşa kaldım.
Ey din kardeşim! Senin peygamberin Hazret-i Muhammed — selâm onun üzerine olsun — inzivâya çekilme zamanını, o zamanın hususiyetlerini açıkladı. İnzivâ ehlinin hallerini beyan etti. İnsanlardan mânen uzak kalmayı emretti. Şüphesiz peygamber bizim için selâmet yolunu bizden daha iyi biliyordu. Eğer çinde bulunduğun zaman, resûlûllah'ın tavsif ettiği zamana uyuyorsa onun emrine uy. Peygamberin, senin zamanında senin için daha iyi olanı senden daha iyi bileceğine hiç şüphen olmasın. Yalancı nazariyeler ve kuruntularla kendini aldama. Yoksa sonun felâkettir. Özrün de kabul edilmez. İnzivâ hakkmda Abdullah İbni Amr İbni As peygamberden rivâyet eder:
Resûlûllah'ın etrafında toplanmış bulunuyorduk. Gelecek kötü zamanlardan söz açılmıştı. AIlah Resûlü buyurdu:
— İnsanların ahidlerinde durmadıklarını, emânetlere hiyânet ettiklerini gördüğünüz zaman ve şöyle olduklarında — bu sırada parmaklarıı birbirine geçirerek kenetliyordu -
Ben, (Allah beni sana fedâ etsin ey Allah'ın resûlü! Eğer o günlere yetişirsem ne yapayım) dedim.
Buyurdu ki:
— Evine çekil! Diline sahip ol! Bildiğini yap, bilmediğini yapma. Kendi işinle meşgul ol, âlemin işine karışma.
Peygamberimiz başka bir hadislerinde buyururlar:
— Bu kötü zamanlar, fitne ve fesad günleridir!
Sordular:
— Fitne ve fesad günleri hangi günlerdir?
Buyurdu :
— Kişinin, arkadaşından emin olmadığı günlerdir.
İbni Mes'ud, Peygamberimizin Hars ibni Umeyre'ye. şöyle söylediğini anlatır:
— Ömrün vefâ ederse öyle bir zaman göreceksin ki vâizleri, hatipleri çok, âlimleri az; dilenenleri çok, verenleri azdır. İlim nefsin esiridir. Fetvalar ilme değil, nefsin arzusuna uygundur.
— Bunlar ne zaman olur ey resûl?
— Namaz kılınmaz, rüşvet alınır, ufak bir dünyalık karşılığı dînî esaslar fedâ edilir olduğu zaman. İmdat, imdat, o gün için imdat!..
Peygamberin vaktiyle haber verdiği bütün bunların kendi zamanında vukû bulmakta olduğunu gözlerinle görmektesin. Kendine gel! Bizden önceki dini bütün müslümanlar, yaşadıkları zamandan ve o zamanın insanlarından sakınmak gerektiğine karar vererek kendi âlemlerine çekilmeyi tercih ettiler. Diğer insanlara da bu hususta tavsıyede bulundular. Muhakkak ki onlar daha basiretli, daha dürüst kişilerdi. Zaman da onlardan sonra hayra gitmedi. Tersine daha kötü oldu. Nitekim onlardan daha sonraki zamanlarda yaşamış olan Süfyân Sevri'nin şöyle söylediği rivâyet edilir:
- Kâinâtın mutlak sâhibi Allah'a yeminle söylerim ki bu zamanda kendi köşene çekilmek helâldir.
Ey saâdet yolcusu! Onun zamanında inzivâya çekilmek helâl olursa, bizim zamanımızda vâcib olur, farz olur.
Gene Süfyan Sevrî, Abbâd Havvâs'a yazdığı bir mektupta der ki:
- Sen öyle bir zamandasın ki peygamberin ashâbı o zamanı görmekten Allah'a sığınırlardı. Halbuki onlar ilim ve irfanca bizden çok üstün idiler. Bu zamanda bizim hâlimiz nice olur. İlmimiz az, sabrımız az, hayra dâvet edenler az, üstelik her tarafdan kederler üzerimize üşüşmekte. İnsanlar gittikçe bozulmakta, kötüleşmektedir. Hazret-i Ömer inzivâ hakkında:
(Kabuğuna çekilmek, halka karışmaktan rahattır.) der.
Bu zamanı anlatan sözlerden biri de şöyledir:
— Sakındığımız bu zaman öyle, bir zamandır ki onda hakka yer yoktur. Zulüm ve taşkınlık ise hüsnü kabûl görür. Ne, kör bellidir, ne sağır. Kötüler alkışIanır. Eğer bu zaman değişmez, böyle devam ederse, zamanla ölene ağlanmaz; doğana sevinilmez olur.
Süfyan İbni Uyeyne anlatır:
Sevrîye dedim:
- Bana nasihat et.
Dedi :
— Halkla âşinâlığı azalt.
Dedim :
— Allah'ın rahmeti üzerinize olsun. Hadiste — Halk ile âşinâlığı artırın — buyurulmadı mı? Çünkü âhiret gününde her müslümanın şefâat etme hakkı vardır.
Dedi:
— Tanımadığın kişiden zarar görmüş olabileceğini sanmıyorum.
— Dedim:
— Evet.
Sonra — Allah'ın rahmeti üzerine olsun — vefat etti. Bir gün onu rüyamda gördüm. Dedim:
— Bana nasihat et.
Dedi:
(Elinden geldiği kadar halkla âşinâlığı azalt. Çünkü onlardan kurtulmak güçtür.) Bu hususta çok söz söylenmiştir. Bunlardan bir kaçı :
- Düşünürüm de, saçıma ak düştüğü bugüne kadar kimi tanıdı isem hepsini kötülemişimdir. Allah tanımadıklarıma hayır ihsan etsin. Benim, insafsız kişilerle ahbap olmaktan başka hiç bir suçum yok.
- Allah tanımadıklarımıza, birbirimizle dostluğumuz olmayanlara hayır ihsan etsin. Çünkü biz ancak tanıdıklarımızdan kötülük gördük.
Birisi evinin kapısına yazmış:
— Allah tanımadıklarımıza hayır versin; dostlarımızı bu hayırdan mahrum etsin. Zira biz yalnız dostlarımızdan ezâ gördük.
- Bu zamanda dilini koru. Tanınmaktan kaçın. Kaibini kötü düşüncelerden temizle. Allah'ın men'ettiklerini yapma. Emrettiklerini yerine getir.
Süfyan Sevrî:
- Bu zaman sükût, inziva ve ölmeyecek kadar bir nafakaya rızâ gösterme zamanıdır.
Dâvud Tâî:
- Dünyada nefsini gemle. Gayr-ı meşrû yollara düşme, safânı, âhirette yaparsın. Arslandan kaçar gibi insanlardan kaç!
Ebû Ubeyde:
- Karşılaştığım, ilmiyle âmil her âlim bana şöyle dedi :
(Tanınmamayı kendine prensip edindi isen bil ki Allah'ın yolundasın.)
İnsanlardan mânen uzaklaşmayı gerektiren sebeplerden ikincisi, ibâdetinin fesâtına sebep olmalarıdır. Yaptığın bir iyilikte gösterişe saparsan iyiliğin hayrı kalmaz.
Yahyâ ibni Meâz şöyle der:
- Kişinin ibâdetini halkın görmesi riyânın döşeğidir.
Büyük zâhidler, riyâ korkusundan ziyâret ve sohbetleri terkederlerdi.
Harem İbni Hayyan Üveys Karenî'ye demiş:
- Ey Üveys, bize ziyâret ve sohbetlerinle şeref bahşet.
Üveys cevap vermiş:
- Ben size ziyaret ve sohbetten daha faydalı bir şey yaptım. Uzaktan size duâ ettim. Eğer ziyâret edip yüz yüze gelseydim belki gösteriş ve riyâ olurdu.
Erenlerden İbrâhim Edhem bir kasabaya gelir. Oranın mümtaz şahsı Süleyman Havvâs'a İbrâhim Edhem'in ziyaretine gidip gitmiyeceği sorulur. Süleyman Havvâs:
(Şeytanla karşılaşmak, onunla karşılaşmaktan daha iyidir.) der. Bu söz yanındakilerin hoşuna gitmez ve sebebini sorarlar. O da:
(İbrahim Edhem'le karşılaştığım zaman gösterişe kaçıp riyâ olmasından korkarım. Halbuki şeytanı gördüğümde ondan tiksinirim, böyle bil şey vukû bulmaz.) cevabını verir.
İki âlim-ârif karşılaşırlar. Uzun müddet konuşurlar. Sonra birbirlerine hayır duâ ederler. Daha sonra aralarında şöyle bir konuşma geçer.
Biri:
- Bundan daha güzel, daha faydalı sohbet meclisinde bulunduğumu sanmıyorum.
Diğeri :
- Bundan daha korkulu bir mecliste oturduğumu sanmıyorum. Çünkü sen sözün en güzelini söylemek, bana ilmini göstermek istedin. Gösterişe kaçtın. Ben de aynı şey'i yaptım. Riyâ oldu. Sohbetimiz Allah için olmaktan çıktı.
Bunun üzerine öteki ârif ağlar, kendinden geçer ve sık sık şu münâcâtı söyler:
— Vah, hâkimin adâlet kürsüsünden daha tehlikeli olan bu meclise! İsyân ederek Allah'a karşı geliyorum. Halbuki ondan başka merhamet edecek yoktur. Rabbim, isyankârlıkta çok ileri giden, günahı âlemi kaplıyan fakat gecenin karanlığında bu günahları için âh eden kulunu afvet.
Allah yolundan hiç sapmıyanlar böyle telâş ederlerse ya hiç onun yoluna girmiyen şerirlerin ve keyif düşkünlerinin hâli ne olacak?
Ey saâdet yolcusu. Asır fesat asrı, insanlar da zarar ehlidir. Onlar seni meşgul ederler. Allah'a karşı mükellef bulunduğun vazifelerini yapamazsın, yaptıklarının da riya yüzünden bozulmasına sebep olurla, elinde sağlam hiç bir şey kalmaz. O halde mânen insanlardan ayrılmalı, kendi kabına çekilmeli, bu zamanın ve insanların şerrinden Allah'a sığınmalısın. O lûtfu ve merhametiyle insanı korur.
SORU: Kendi kabuğuna çekilmenin hükmü nedir? Cemiyet işlerinden kimler uzaklaşabilir, kimler uzaklaşamaz ?
CEVAP: Bu hususta insanlar iki kısımdır.
1 — Halkın, ilim - irfan konusunda kendisine muhtaç olmadığı kişiler. Bu guruptan olanlar için en iyisi, insanlarla alâkayı kesmektir. Bunlar ancak cumalarda, bayramlarda, ilim meclislerinde hac'da ve alış verişte halka karışmalı; bunun dışında kendi köşelerine çekilmelidirler. Bu tip şahısların cemiyetle tamamen alâkayı kesmeleri iki sûretle mümkün olur:
a) İnsanlardan uzak, dağ başı ve vâdi gibi cuma namazı, bayram namazı v.s. nin farz olmıyacağı yerlerde bulunmak. (Bâzı âbidleri bu uzak yerlere çeken sebeplerden biri bu olmalı).
b) Cuma, bayram, ilim meclisi ve alış verişte halka karışmakla işlediği günahın, bunları terketmekle işliyeceği günahtan daha büyük olacağı kanâatinin hâsıl olması.
Mekke'de bâzı âlimlere rastladım. Mescid-i Harâm'a yakın oldukları halde câmiye namaza gelmiyorlardı. Kendilerine bunun sebebini sordum, (câmiye gitmekle hâsıl olacak sevâbın, alınan günaha yetmiyeceğini) söylediler. Sözün kısası özrü olan suçsuzdur. Allah özür sahiplerini bilir. Kullarının gönüllerinden geçenlere hakkıyle vâkıftır. Fakat en doğru yol cumalara, cemâat namazlarına ve diğer hayırlı işlere katılmak, bunların dışındaki işlerde insanlardan uzak durmaktır. Eğer bir kimse insanlarla temas; büsbütün kesmek isterse, cuma - bayram namazlarının ve cemâatle namaz kılmanın üzerine farz olmayacağı bir yere çekilmelidir. Bu yer ancak insanlardan çok uzak dağ başları ve vâdi dipleri olabilir. Bu iki şıkkın dışında üçüncü bir yol olamaz. Çünkü bir kimsenin hem aynı bir şehirde insanlar arasında olması, hem de cemâatlere gitmemesi düşündürücü bir şeydir. Tehlikeli olabilir.
2 — Halkın kendine muhtaç olduğu, ilmi ile amil, faziletli kişiler. Bunlar kendi kabuklarına çekilerek halktan uzaklaşmamalı; bil'akis insanlara doğruyu göstermek, Allah yolunu öğretmek için hayatlarını halka adamalıdırlar. Peygamberimiz buyurur:
— Dine aykırı âdetler zuhur ettiğinde âlimler susarsa Allah’ın lâneti onların üzerine olsun.
Bu lânetleme; âlim, insanlar arasında olduğu halde dine muhalif âdetlere engel olmadığı zamandır. Âlim, insanlar arasında bulunmadığı zaman dine aykırı âdetler zuhur etse hemen gelip müdahale etmesi gerekir.
Rivâyet edildiğine göre âlimlerden Ebûbekir İbni Fevrek — Allah'ın rahmeti üzerine olsun - Halktan ayrılarak uzak bir dağa çıkıp orada ibâdetle meşgul olmağa başlamış. Bir gün gâibden gelen bir sesin :
(Ey Ebûbekir, sen insanlara Allah yolunu öğreten birisi iken, onları kendi başlarına bıraktın, buraya geldin.) dediğini işitmiş. Bunun üzerine hemen geri dönmüş, tekrar halkla alâkalanmağa başlamış.
Bana Memûn İbni Ahmet anlatmıştı. Üstad Ebû İshak Îsfirâini, halktan ayrılarak Lübnan dağlarında ibâdet edenlere demiş ki:
- Ey ot yiyiciler! Peygamberin ümmetini bid'at ve dalâlet ehlinin eline terkederek burada ot yemekle vakit geçiriyorsunuz.
Onlar cevap vermişler :
- Biz, insanları Allah'a dâvet edecek kuvveti kendimizde göremiyoruz. Allah bunu sana vermiş, sen vapmalısın.
Bunun üzerine üstad İsfirânî (ELCÂMİ LİLCELİ VELHAVFİ) adlı kitabını yazmış.
İnsanlara doğru yolu göstermede kılavuzluk edebilecek kişide şu iki vasıf bulunmalı:
1 — Hudutsuz merhamet, büyük müsamaha sahibi olmalı, daima Allah'tan yardım talep etmeli.
2 — Görünüşte halka olup, ma'nen onlardan ayrı olmalı. Kendisiyle hayırlı bir şey konuşmak isterlerse konuşmalı, ziyaretine gelirlerse fazilet derecelerine göre onlara tâzim göstermeli. Halk kendisinden uzak durmak isterse bunu eğer hayırlı bir işle meşgul oluyorlarsa müsaade etmeli, teşvik etmeli; kötü şeylerle uğraşıyorlarsa muhalefet etmeli, men'etmeli, hattâ kabûl edeceklerini umuyorsa zor kullanmalı. Mümkün merbete ziyaretlerde ve bayramlaşmalarda bulunmalı. İrşad mukabili ücret istememeli. İhtiyaçlarını gidermeğe çalışmalı. Güçlük göstermemeli. Onlara ikramlarda bulunmalı, fakat onlardan bir şey almaktan çekinmeli. Güler yüz göstermeli, neş'eli görünmeli. İhtiyaçlarını ve sıkıntılarını halktan gizlemeli. İhtiyaçlarını kedi kendine gidermeğe çalışmalı. Bununla beraber kendisi de çok ibâdetle meşgul olmalı ki ibâdetin zevkini tadsın. Nitekim Hazret-i Ömer buyurur:
— Gece uyusam ibâdet zevkinden mahrum kalıp kendime zarar gelmesinden; gündüz uyusam tebeama zarar gelmesinden korkarım. Bu ikisinin arasında nasıl uyuyayım.
Bu mevzuda kalbime bir şiir doğdu :
Eğer mürşidlerin yolunda isen, felâketleri metanetle, vekarla, sabırla karşıla* Dilini kötü söylemekten tutabilir, gözünü harama bakmaktan koruyabilirsin* Sırrın insanlardan gizli, fakat rabbının yanında tamamıyle açıktır* Zikrin ve kapın kapalı, yüzün fakat karnın açtır* Kalbin yaralı, alış verişin kârsızdır* Güzel huyların görülmez, ufak bir suçun herkesin dilinde dolaşır* Zaman ve insanlar sana her gün gam ve keder yağdırırlar* Fakat kalbin itaatlidir* Gündüzün insanlarla meşguldür; fakat gecen tenhâdır, kimse hâline vâkıf olamaz* O halde Allah'ın başka kimsenin vâkıf olamadığı bu geceyi ganimet bil* Onu her şeyin kıymetli olduğu kıyâmet günü için değerlendir*
Evet, doğru yolun göstericisi âlim kişi görünüşte halkla beraber olmalı; kalben onlardan uzak bulunmalı.
Bu, gerçekten zor bir iştir. Hocamız bu husustaki vasıyetinde şöyle der:
— Ey oğul! Zamanının insanlarıyle yaşa, fakat onlara uyma. Dirilerle yaşayıp ölülere uymak ne zor şeydir.
İbni Mes'ut söyler:
- Zâhiren insanlarla ol, kalben onlardan uzaklaş. Dînine halel getirme.
Fakat bir zaman olur ki fitne denizi insanlar arasında iyice dalgalanır. İnsanlar dinin emirlerini tanımaz olurlar. Herkes kendi başının kaygısına düşer. İyiye kötüye bakan olmaz. Dînin emirleri hiç kimseyi asla alâkadar etmez. Ahlâksızlık, yavaş yavaş avamdan seçkin kişilere de sirâyet eder. İşte o zaman ilmi ile âmil, fazilet sâhipleri mâzürdür. Kendi kabuklarına çekilebilirler. Bilgilerini göğüslerine defnedebilirler. Korkarım o korkunç zaman, bu zamandır. Kendisinden yardım talep edilecek ancak Allah'tır. Güven yalnız O'nadır. İnzivâya çekilme ve insanlardan uzaklaşma hakkındaki sözler bunlardan ibarettir. Bu mevzuyu doğru olarak anla. Cünkü
SORU: Peygamberimız (Topluluk olun. Allah'ın kudret eli toplulukla beraberdir. Şeytan, insanın kurdudur. Topluluktan ayrılanı, geride kalanı, ileri gideni kapar.)
(Şeytan bir kişi iledir. O, iki kişiden uzaktır) buyuyur ne dersiniz ?
CEVAP: Evet, peygamberimiz, (topluluk olun) buyurur. Fakat başka bir hadîs de, (Evinize çekilin. Kendi şahsınızla alâkalanın, avâmın işini bırakın.) şeklindedir.
Böylece zaman kötüleştiğinde inzivâya çekilmekle de emretmişlerdir. İki hadîs arasında çelişme yoktur. (Topluluk olun) sözünü üç şekilde açıklamak mümkündür.
Birincisi: (Dînî ve şer'î mes'elelerde birleşin.) demektir. Zira İslâm ümmeti dalâlet üzerine ittifak etmez. Ekseriyetin ittifak ettiği bir mes'eleye muhalefet etmek dalâlettir. Fakat ekseriyete muhalefet etmeden sadece ibâdet gâyesiyle onlardan ayrılmakta bir mahzur yoktur.
İkincisi: (Cumalarda, bayramlarda... topluluk olun.) demektir. Çünkü bu türlü ibâdetlerde topluluk olmakla din kuvvetlenir, olgunluğa erer; kâfirlere ve sapıklara göz dağı verilmiş, aynı zamanda Allah'ın rahmetine vesîle olmuş olur. Bunun için deriz ki:
- Yalnız olanlar, hayırlı işlerde avâmın toplantılarına katılsınlar, diğer işlerde ayrı dursunlar.
Üçüncüsü: (Zaman kötü olmadığında topluluk olun.) demektir. Eğer zaman kötü ise, dîni bilgileri zayıf olanlar topluluktan ayrılmasın. Çünkü tek başlarına mes'elelerini halledemezler. Fakat basiretli ve dinî sâhada bilgili olanlar için inzivâ daha iyidir. Çünkü insanların arasında bulunmakla görecekleri zarar daha büyük olur. Bununla beraber hayır işlerinde topluluktan ayrılmamaları gerekir. Tamamen tek başına kalmaları, ancak uzak dağ başında veya vâdî dibinde bulunmakla mümkün olur. Bütün bunlara rağmen bir kimse nerede bulunursa bulunsun cumalara ve İslâm cemâatının toplantılarına katılmalı, topluluk zevkinden mahrum kalmamalıdır. Uzaklarda da olsa Allah ona kolaylık verir. Hem her ne kadar son zamanlarda insanlar bozuldular ise de mâdemki kalblerinde îman kokusu var, o halde toplulukta gene bir şeref var demektir. Allah'ın rahmetini çeker. İşittiğimize göre ERENLER her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, İslâmî topluluklara katılırlar; yer yüzünde istedikleri yerlerde gezip dolaşabilirlermiş. Yer yüzü onlar için âdeta bir adımlık mesafe imiş. Gene rivâyetlere göre ERENLER'in uzak mesafeleri kolaylıkla katedebilmeleri için yer, mânen dürülür, büzülür, onlar da kısa zamanda uzun yollar alarak selâmlaşırlar, çeşitli kerâmetler gösterirlermiş. Ne mutlu onlara! Allah, kurtuluş yolunu aramıyan gâfillere akıl, fikir ve sabır versin. Bizim gibi yola çıkıp ta maksadına eremiyenlere de yardım etsin. Şu anda kalbime kendi hâlimi tasvir eden birkaç beyitlik bir şiir doğdu :
— Kurtuluş yolunu arayanlar zafere ulaştı* Dost dosta kavuştu* Biz ise hedefe ulaşma ile geri dönüş arasında tereddüt edip duruyoruz* Hedefe uzak olduğumuz halde, yakınlık umut ediyoruz* Aklı olan için bu mümkün olmıyan bir şeydir* Allah’ım, sen merhametinle bizi öyle bir sula ki içimizden tasayı temizlesin bizi doğru yola sevketsin* Ey öldürücü hastalıkların teşhiscisi, ey yaralıların merhemi, ey kederlerin gidericisi* Hastalığımı ne ile tedavi edeceğimi, gününde ne ile kurtulacağımı bilmiyorum, sen imdat et*
SORU: Peygamberimiz, (ümmetimin inzivası, mescidlerde ibâdet etmektir.) buyurmadı mı? Bu söz topluluktan ayrılmayı men'eder.
CEVAP: Bu hadîs, insanların kötü olmadığı zamanlar hakkındadır. Üstelik mescidlerde oturup namaz kılan ve halkın işine karışmıyan kimse zâhiren halkla beraber ise de mânen yalnızdır. Zaten inzivânın yâni halktan ayrılmanın hakikî mânası budur. Yoksa inzivâ. insanlardan hem şahsen, hem de mekân itibariyle ayrılmak demek değildir. İbrahim Edhem der ki:
— Cemiyet içinde tek ol. Rabbına ünsiyyet et. Şahsen onlar içinde ol, fakat mânen onlardan uzak kal.
SORU: Tekke, zâviye ve mekteblerde ilim tahsili ile uğraşanlara ne dersiniz. Bunlar inzivâya çekilmiş sayılırlar mı?
CEVAP: Bu türlü yerler ilim-irfan yuvası olmakta devam ettikçe mukaddes yerlerdir. Buralarda bulunanlar, halktan ayrılarak kendi aralarında ilmî çalışmalara girdikleri için inzivâda, cumalara ve cemâatlara çıktıkları için de topluluk içinde sayılırlar. Böylece hem kendilerini düzeltirler, hem de cemiyete faydalı olurlar.
SORU: Mürşidler ve ârifler hakkında ne dersiniz? Müridler onlardan ayrılmalı mı?
CEVAP: Eskiden mürşidler halka Allah yolunu göstererek onları doğruluğa dâvet ederlerdi. Kendileri de dörtbaşı mâmur, ahlâklı kişilerdi. Eğer bugünkü mürşidler de seleflerinin yolunda iseler onlardan ayrılmak doğru olmaz. Onlar, Lübnan dağlarına çekilen âbidlere benzerler ki âbidler daima birbirlerine iyilikte yardımcı olurlar, doğruyu ve sabrı tavsıye ederlerdi. Fakat bugün mürşidlik iddiasında bulunanlar eskiler gibi iyi ahlâklı kişiler değillerse onlara avam tabakası nazariyle bakılır.
Hayırlı işlerde birlik olunur. Diğer hususlarda uzak durulur.
SORU: Birisi, gördüğü lüzum üzerine mürşidler müridler topluluğundan ayrılmak istese ayrılabilir mi?
CEVAP: Mürşidler - müridler topluluğu bir arada içlerinde olunca, tahkim edilmiş bir kalede gibidirler. İçlerinde hırsızlara ve yol kesicilere karşı koyacak, yâni îmansızları susturacak mücahidler vardır. Topluluk dışı ise bölük bölük şeytan süvarilerinin gezindiği, adam soyup esir ettiği dağ ve sahra mesâbesindedir. Topluluktan ayrılan, dînî bağları zayıf bir kimse îmansızlara karşı koyamaz. Basiretli ve kuvvetli îtikâda sahip bir kimse için ise kalenin içi de dışı da birdir. Dalâlet ehli ve îmansızlar onu yenemez. Bununla beraber îmanlılar topluluğu içinde bulunması daha emniyetlidir. Bu açıklamalara göre hiç kimse imanlılar zümresinden ayrılamaz.
SORU: Allah için din-îman kardeşlerini ziyaret etmek, sohbetlerde bulunmak hakkında ne dersiniz?
CEVAP: Allah rızâsı için din kardeşlerini ziyaret etmek ibâdetin tâ kendisidir. Birçok faydaları vardır. Fakat iki şartla:
Birincisi: Ziyaretlerde ifrata gidilmemeli. Peygamberimiz Ebû Hüreyre'ye hitâben buyurur:
— Aralıklı ziyaret et, sevgice fazla olsun.
İkincisi: Ziyaret şartlarına riâyet edilmeli; yâni ziyaretler sırf Allah rızâsı için yapılmalı. Gösterişten, riyâdan, süslenmekten, başkasını çekiştirmekten, lüzumsuz şeyler konuşmaktan... sakınmalı. Vebâl altına girmemeli.
Bir gün Süfyân Sevrî ile Fadîl' — Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun — karşılaştılar. Uzun müddet konuştular. Sevrî: (Bundan daha güzel bir meclisde bulunmadım.) dedi. Fadîl de, (Ben de bundan daha korkulu
Hulâsa, ziyaretlerin usûlünce olmalı. Ne sen zarar görmelisin, ne de ziyaret edilen ve başkaları. Bil'akis bu ziyaretler ahlâk ve mânevî bakımdan çok fayda sağlamalı.
SORU: Şahsen insanlarla olduğum halde kalben onlardan uzak olup Allah ile olmamı sağlayacak şeyler nelerdir ?
CEVAP: Bu, üç şeyle sağlanır:
1 — Boş vakitlerini ibâdete hasretmekle. İbâdet başlı başına bir meşguliyettir. Vakti, insanlar arasında lüzumsuz şeylerle geçirmek iflâs alâmetidir. Eğer nefsin insanlarla bol bol sohbet etmekten hoşlamyorsa bil ki bu lüzumsuz şeydir. Aylaklık seni bu duruma getirmiştir. Bu hususta:
(Aylak oluşum beni sana selâm yollamağa sevketti. Zaten lüzumsuz şeyleri ancak aylaklar yapar.) diyen gerçekten güzel söylemiş. Eğer sen içten bir arzu ile ibâdet edersen onun tadını duyarak Allah'a yaklaşacak ve insanlardan mânen uzaklaşacaksın. Onların ahlâki olmayan hareketleri sana tiksinti verecek. Hazret-i Mûsâ rabbına yakarıştan sonra halk arasına döndüğünde onların sözlerinden iğrenir, duymamak için parmaklarıyle kulaklarını tıkardı. Halkın sözleri ona eşek anırması kadar çirkin gelirdi.
Şu sözleri kendine rehber edinmelisin :
Allah’ı kendine dost edin. İnsanları bir yana bırak. Her nerede olursan ol dostluğuna sâdık kal. İnsanlara
2 — Halktan mânen aiâkanı kesmekle. O zaman onlar seni meşgul edemezler. Çünkü kendisinden her hangi bir zarar veya fayda beklenilmiyen şey'in varlığı ile yokluğu müsavidir.
3 — İnsanlarla çok vakit geçirmenin zararlarını düşünmekle. Eğer bu üç şey'i yaparsan mânen insanlardan uzaklaşır, Allah'ın kapısına yaklaşırsın.
İBADET YOLUNDA İLERLEMEYİ ÖNLEYEN ENGELLERİN ÜÇÜNÜSÜ ŞEYTANDIR.
Ey saâdet yolcusu! İki sebepten dolayı şeytanla savaşmalı, onu tepelemelisin.
BİRİNCİ SEBEP: Şeytan senin açık bir düşmanındır. Hiç bir suretle sûlh kabûl etmez. O, ancak sen felâkete sürüklendiğin zaman tatmin olur. O halde bu uzlaşmaz düşmana asla emniyet etme. Gafleti bırak; bak Allah Kur'anda ne buyuruyor:
— Ey Adem oğulları, (Şeytana tapmayın. Çünkü o, sizi rabbınızdan uzaklaştıran bir düşmandır) diye size emretmedim mi? (5)
— Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman edinin. (6)
Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi ondan son derece sakınmak gerekir.
İKİNCİ SEBEP: Şeytan, yaratılışı itibariyle daima sana düşmanlık besliyecek, seninle savaşacaktır. O, gece-gündüz aldatma oklarıyle seni oklamaktadır. Sen bundan gâfil olursan halin nice olur? Sen Allah yolundasın. Halkı da bu yola dâvet etmektesin. Bu hareketin şeytanın yaratılışına aykırıdır, onu öfkelendirir. Böyle yapmakla sanki kılıcı-kalkanı çekip şeytanın üzerine yürümüş oluyorsun. Tabiî o da duracak değil, senin üzerine yürüyecek. Hile ve desiselerle seni Allah yolundan ayırmağa çalışacak. Seni sapıtmak için ölümüne kadar çalışacak. Çünkü senden emin değil, sen onun istediği şekilde hayat süren birisi değilsin. Onun diğer insanlara umumî düşmanlığı, sana ise hususî düşmanlığı vardır. Ayrıca, seni Allah yolundan ayırmak için başka avaneleri ve gireceği yolları da varthr. Nefs ve hevâî duygular gibi... Sen ise bunlardan habersizsin.
Yahya İbni Meâz ne güzel söyler:
- Şeytan boştur. Sen meşgulsün. O seni görür, fırsat kollar. Sen onu göremezsin. O hile yapmak için seni hiç bir zaman unutmaz. Sen onu unutuverirsin. Onun başka avaneleri de vardır. O halde onunla savaşmalı, tepelemelisin. Yoksa sonun felâkettir.
SORU: Şeytanla nasıl savaşayım? Onu nasıl tepeleyeyim ?
CEVAP: Bu hususta başlıca iki fikir vardır. Birinci fikre göre şeytanın hilelerinden ancak Allah'a sığınmakla kurtulunabilir. Çünkü şeytan, Allah'ın, kullarına musallat ettiği azgın bir köpektir. Onu def'etmeye çalıştıkça kudurmuşcasına daha fazla saldırır. Halbuki sahibine müracaat edilirse o onu susturur. Böylece insan bu azgın köpekten kurtulmuş olur.
İkinci görüşe göre onunla savaşıp def'etmek gerekir. Benim kanaatimce en doğru yol, her ikisini de yapmalı, yani hem Allah'a sığınmalı, hem de hilelerine karşı koymalıdır. Eğer hem Allah'a sığınıp hem de savaştığımız halde def'edemiyorsak bilmeliyiz ki sahibi sırf bizi denemek için onu üzerimize musallat etmektedir. Böyle durumlarda sabır göstermeli, mukavemetten geri kalmamalıyız. Nitekim bâzan Allah imansızları îmanlılar üzerine saldırtmaktadır. Bundan gâye imanlıları imtihan etmek, onlara cihad ve şehidlik zevkini tattırmaktır.
Kur'anda buyurulur:
— Allah'ın ezeldeki ilmini, inananlara açıklaması; içinizden şehidler edinmesi için. Allah zalimleri sevmez. (7)
— Yoksa siz, Allah içinizden savaşanlarla savaşmıyanları; sebat edenlerle etmiyenleri; ayırdetmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız! (8)
Âlimlerimizin açıkladıklarına göre şeytanla savaş üç yolla olur.
Birincisi: Onun hile ve desiselerini iyi bilmektir. Nasıl hırsız ev sahibinin uyanık olduğunu bildiği zaman eve girmeye cesaret edemezse, şeytan da basiretli kimseye hile yapamaz.
İkincisi: Onun vesveselerine aldırış etmemek, kalb ile en ufak bir meyil göstermemek, ona uymamaktır. Çünkü şeytan, üren bir köpek gibidir. Üzerine varırsan azar ve inatlaşır. Geri çekilirsen sâkinleşir.
Üçüncüsü: Lisan ve kalb ile daima Allah'ı anmaktır. Peygamberimiz buyurur:
— Şeytanın yanında Allah'ı anmak, insan yanında öldürücü bir hastalık gibidir.
SORU: Şeytanın aldatmacalarını nasıl öğreneyim ?
CEVAP: Şeytanın bir ok gibi attığı vesveseleri vardır. Bunlar kalbe doğan düşüncelerdir. Çeşitleriyle bilinmesi gerekir. Gene şeytanın, tuzak mesâbesinde olan ve öğrenilmesi lâzım gelen birçok hileleri vardır.
Kalbe doğan çeşitli düşüncelerin menşeini açıklıyalım:
Allah insaınn kalbine, onu daima hayra ve iyiliğe çağıran bir melek koydu. Bu meleğe (İLHAMCI), çağrısına da (İLHAM) denir. Buna karşılık daima kötülüğe dâvet eden bir şeytan koydu. Adına (VESVESECİ), dâvetine de ( VESVESE) denir. Âlimlerimizin bir çoğuna göre (İLHAMCI) yalnız hayra ve iyiliğe, (VESVESECI) de yalnız kötülüğe çağırır. Fakat bazılarına göre (VESVESECİ) bâzan iyiliğe ve hayra da çağırır. Fakat gâyesi bu yolla oyun oynamak ve kötülük işletmektir. Meselâ onu bir hayır işlemeğe çağmr. Bu esnada gösterişe kaçması sağlarsa, yaptığı hayır aldığı günahı karşılamaz. Hadislerden anlaşıldığına göre insan (İLHAMCI) ile (VESVESECİ) nin çağrılarını işitir, hisseder.
Peygamberimiz buyurur:
— Bir çocuk doğduğu zaman, Allah ona bir melek bir de şeytan yaklaştırır. Şeytan, insan kalbinin sol kulakcığında; melek de sağ kulakcığındadır.
Ona devamlı çağrıda bulunurlar.
— Şeytan insan kalbine konarak dâvet eder. Melek de insan kalbine konarak dâvet eder.
Ayrıca Allah insan bünyesinde zevku safâya düşkün bir özellik yarattı. Buna da (HEVÂ-Yİ NEFS) denir. Böylece CAĞIRICILAR üçe çıktı. İLHAMCI, VESVESECİ ve HEVÂ-Yİ NEFS.
Bu açıklamaladan, kalbe doğan çeşitli düşüncelerin menşei anlaşıldı. Kalbe doğan düşünceler nedir? Bunlar, kalbde hissedilen öyle eserlerdir ki insanı bir şey'i yapmağa ve yapmamağa sevkeder. Bu düşünceler çok kerre insana ızdırap kaynağı olur. Meydana gelişleri her ne
Birincisi: Allah tarafından doğrudan doğruya kişinin kalbinde ihdâs edilen düşüncelerdir.
İkincisi: HEVÂ-Yi NEFS'e uygun olarak Allah tarafından kalbe ihdâs edilen düşüncelerdir. Bu düşünce NEFSİN HEVASINA yüklenir.
Üçüncüsü: İLHAMCl'nın çağrısı sonunda kalbde Allah tarafından meydana getirilen düşüncedir. Buna İLHAM denir.
Dördüncüsü: VESVESECİ'nin çağrısı sonunda AIlah tarafından kalbde ihdâs edilen düşüncelerdir. Şeytanın bu çağrısına VESVESE denir. Şeytan burada sebep yerindedir. Yâni onun çağrısı ânında hu düşünce meydana gelir. Onun için şeytana yüklenir.
Allah tarafından doğrudan doğruya kalbde ihdâs edilen düşünceler bâzan sırf İKRAM için hayır ve iyilik hususunda; bâzan da İMTİHAN için şer ve kötülük hususunda olabilir.
İLHAMCl'nIn sebep olduğu düşünceler yalnız hayır ve iyilik üzerine olur. Çünkü o, mürşid ve nasihatcı olarak tâyin edilmiştir.
VESVESECİ'nin sebep olduğu düşünceler mutlak kötülük ve şer içindir. Fakat bâzan bir hile olarak iyiliğe dâvet ettiği de olabilir.
HEVÂ-Yİ NEFS'in sebep olduğu düşünceler de şer ve kötülük yaptırmak içindir. Fakat o da bâzan bir taktik olarak iyiliğe çağırabilir.
Kalbe doğan düşüncelerin menşei ve çeşitleri belli olduktan sonra şu üç esası bilmelisin.
Birinci esas: Düşüncenin hayır mı, şer mi olduğu
İkinci esas: Eğer şer ise, bunun Allah tarafından bir imtihan için mi, yoksa şeytan veya HEVÂ-Yİ NEFS’ten mi olduğu ve bunların ayırt edilmesi.
Üçüncü esas: Eğer kalbe doğan düşünce hayır ise, bunun Allah tarafından mı, İLHAMCl'dan mı, yoksa VESVESECİ ile HEVÂ-Yİ NEFS'in bir taktiği mi olduğunun bilinmesi.
BİRİNCİ ESAS
Âlimlerimiz derler ki:
— Hatırına gelen bir düşüncenin hayır mı yoksa şer mi olduğunu anlamak istersen onu dört şeyle tart.
Birincisi: Hatırına gelen düşünceyi şeriat esaslarıyle karşılaştır. Eğer şeriate uyuyorsa hayırdır, değilse şerdir. Eğer şeriat esaslarıyle karşılaştırdığında hayır mı, şer mi olduğunu anlayamazsan:
İkincisi: İlk müslümanların ahlâkıyle karşılaştır. Onların güzel ahlâkına uyuyorsa hayırdır. Değilse şerdir. Bu yolla da hayır veya şer olduğu anlaşılmazsan:
Üçüncü ve dördüncüsü: Nefsine ve hevâ-yi nefsine müracaat et. Eğer nefs, o düşünceden, korkudan değil tabii olarak nefret gösterirse hayır; fakat meyil gösterirse şerdir. Çünkü nefs, yaratılışı icabı daima kötülüğe meyyâldir. İşte bu dört yoldan birisiyle hatıra doğan düşüncelerin hayır mı yoksa şer mi olduğu meydana çıkar. Doğruyu gösterecek Allah'tır. O, cömertlikte hudut tanımaz.
İKİNCİ ESAS
Gene âlimlerimizin açıklamalarına göre hatıra gelen kötü bir düşüncenin Allah'tan mı, HEVÂ-Yİ NEFS'ten yoksa şeytandan mı olduğunu anlamak için üç yola başvurulur.
Birinci yol: Hâtıra doğan düşünce kat'î olarak bir hal üzerinde duruyor, hiç değişikliğe uğramıyorsa AIlah'tan veya HEVA-Yİ NEFS'tendir. Eğer tereddütlü ise yâni değişikliğe uğruyorsa şeytandandır. Bâzıları derler ki:
— HEVÂ-Yİ NEFS yırtıcı kaplana benzer. Hücum ettiği zaman kesin olarak tepelenmedikçe gitmez. Yahut mutaassıp bir (HARİCİ) ye benzer. İnancı uğruna savaş yapar. Ölür fakat bâtıl inancından dönmez. Şeytan ise azgın kurda benzer. Bir tarafdan kovalansa diğer tarafdan gene döner, gelir.
İkinci yol: Hâtıra doğan düşünce işlenen bir günahın peşi sıra gelmişse Allah’ tandır. İşlediği günahın sebep olduğu bir uğursuzluk olarak kalbine getirilmiştir.
Allah buyurur:
— Hayır, onların işledikleri günahlar kalblerini pas bağlatmıştır. (9)
Günahlar kalbin kararmasına ve kirlenmesine sebep olur. Eğer hâtıra gelen düşünce işlenen bir günah sonucu değilse umumiyetle şeytandandır. Seni kötülük işlemeğe çağırmaktadır.
Üçüncü yol: Hâtıra gelen düşünce, Allah'ın anılmasından hoşlanmıyorsa şeytandandır. Çünkü hzdîste belirtildiğine göre, (şeytan insanın kalbindedir. Allah anıldığı zaman kaçar. Gâfil olunduğu zaman vesvese verir.)
ÜÇÜNCÜ ESAS
Kalbe doğan ve hayır üzerine olan düşüncenin Allah'tan mı, yoksa İLHAMCI MELEKTEN mi olduğu da üç yolla anlaşılır:
Birinci yol: Hâtıra gelen düşünce bir hal üzerinde duruyor, değişikliğe uğramıyorsa Allah'tan, aksi oluyorsa melektendir. Çünkü melek nasihatcıdır. İnsanla beraber her yere girer. Ona daima hayırlı şeyleri arzeder, yapmasını diler.
İkinci yol: Eğer bu düşünce; yapılan iyi bir hareket, bir ibâdet konusunda hâtıra doğmuşsa Allah'tandır. Nitekim Kur' anda buyurulur:
— Bizim uğrumuzda cihad edenlere elbette yolumuzu gösteririz. (10)
— Allah hidâyeti kabûl edenlerin muvaffakıyetlerini artırmıştır. (11)
Hâtıra gelen hayırlı düşünce, hiç bir şey yokken olursa umumiyetle melek tarafındandır.
Üçüncü yol: Akla gelen hayırlı düşünce, ana mes'eleler ve insanın iç duygulariyle alâkalı ise, Allah'tan; teferruat ve dış görünüşle alâkalı ise, melektendir. Çünkü melek insanın iç duygularına vâkıf olamaz.
Hâtıra gelen hayırlı düşüncenin, şeytanın bir taktiği olup olmadığının anlaşılması hususuna gelince:
A) Nefse bakılır. Eğer nefs bu düşünce zuhurettiği anda sevinçle hemen onu yapmak istiyor, sonunu hiç düşünmüyorsa şeytandandır.
b) Eğer nefs neş'esiz, isteksiz, korkulu vo sonunu düşünme yoluna gidiyorsa Allah'tan veya melektendir.
Kanaatimce insanın yaptığı veya yapacağı bir işin hayırlı olup olmadığını düşünmeden neş'elenmesi hafiflik ve basiretsizliktir. Bir işte teenni göstermek, yâni acele etmemek güzel şeydir. Fakat hadiste zikredildiği gibi, bâzı yerlerde acele gereklidir:
Acele etmek şeytanın işidir. Beş yerde acele gereklidir.
1- Bülûğa eren kızm evlendirilmesind,
2- Zamanı gelen borcun ödenmesinde,
3- Ölünün gömülmesinde,
4- Gelen misafirin doyurulmasında,
5- İşlenen günaha tevbe etmekte.
Kişi, yaptığı işte teenni gösterirse o iş kusursuz olur. Allah yanında makbûl olma ihtimali daha kuvvetlidir. Basiretli olup işin âkıbetini düşünmek ise doğru ve hayırlı yolda olmak demektir. Kalbe doğan düşünceler konusunda bu ÜÇ ESASI iyice bilmelisin.
(1) Kasas Süresi, âyet: 83
(2) Şürâ Süresi, âyet: 20
(4) Talâk Süresi. ayet: 2-3
(5) Yasin Süresi, âyet: 60
(6) Fâ'tır Süresi, âyet: 6
(7) İmran Süresi, ayet: 140
(8) İmran Süresi, âyet: 142
(9) Mutaffifin Süresi, ayet: 19
(10) Anke'bût Süresi, âyet: 69
(11) Muhammed Süresi, âyet: 17
Abidler Yolu, İmam-ı Gazali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder