7 Mart 2021 Pazar

Manevi, Ruhani Yol, Salih Kulların Dünyada Ve Ahirette Karşılacakları Nimetler

Hakikat yolcusu! Bu yol, uzunluk - kısalık bakımından, ayaklarla kat'edilen ve alınılması tamamen vücûdün kuvvetli veya zayıf olmasına bağlı bulunan mesâfelere benzemez. Bu yol; mânevî, rûhânî bir yoldur, onda yürüyen de ayaklar ve vücud değil kalbir. Kalb, inancına ve basiretli olup olmamasına göre bu yolu ya kat'eder veya edemez. Bu yolun aslı semâvî bir nûr, ilâhî bir nazardır.

Kişinin kalbine vâki olur, doğar. Kişi o nurla baktığı zaman dünya ve âhiret hayâtının gerçek yüzünü görür, kendisini o yola sevkeder. Bâzan kişi bu semâvî nûru ve ilâhî nazarı yüz sene arar, fakat bulamaz. Bu nûrun eserine bile tesâdüf edemez. Bunun sebebi arayıştaki hatâsı, çalışmadaki kusuru ve cehâletidir. Bu yolu böyle hiç bulamıyanlar olduğu gibi, elli senede, on senede, bir senede... hattâ Allah'ın inâyetiyle bir lâhzada bulanlar da vardır. Esas îtibariyle hidâyeti nasib eden Allah'tır. Fakat kişi çalışmak, doğru yolu aramakla me'murdur. Allah hâkim-i mutlaktır. Dilediğini işler, dilediği gibi hükmeder.

SORU : Bu yol çok çetin, çok güç ve tehlikelidir. İnsanoğlu âciz, zayıf, üstelik Allah'ın hidâyeti vermeden bir şey yapamıyor. O halde bunca güçlükleri, bunca şartları ve bunca amelleri ona yüklemek neye?

CEVAP: Haklısın. Mes'ele oldukça güç ve tehlikeli.

Allah buyurur:

— Doğrusu biz„ insa bir meşakkat içinde yarattık. (1)

 — Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz ve teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan tuttu bunu sırtına yüklendi. Çünkü o, çok gaddâr, çok câhildir. (2)

Peygamberimiz buyurur:

— Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, muhakkak az güler, çok ağlardınız.

Rivâyete göre gökte bir nidâcı devamlı olarak mânevî bir şekilde nidâ eder, der ki:

- N'olurdu bu insanlar yaratılmasaydı. (Yaratıldılar.) N 'olurdu niçin yaratıldıklarını bilselerdi ve n'olurdu yaratılış sebebini öğrenince ilimleriyle âmil olsalardı.

Selef-i Sâlihin derler ki:

Hz. Ebû Bekir:

— N'olurdu bir yeşil çimen olsaydım. Beni hayvanlar yeseydi de azap korkusunu çekmeseydim.

Hz. Ömer:

(Birisini, «gerçekten insan üzerine dehirden öyle bir zaman geçti ki, o vakit insan anılır — insanlıkla tanır— bir şey değildi.» (3)

— N'olurdu tamam olaydı !

Ebû Ubeyde:

- N'olurdu, bir koyun olaydım. Sâhibim beni kesip yiyeydi. Bir daha yaratılmıyaydım.

Veheb:

— Bu insanlar ahmaktır. Eğer ahmak olmasalardı korkularından yedikleri yemekleri hazmedemezlerdi.

Fadîl İbni İyâz:

— Allah'a en yakın meleklere, peygamberlere ve sâlihlere imrenmem. Çünkü bunlar kıyâmet gününü müşâhede edecekler. Ben hiç yaratılmıyanlara imrenirim.

Atâ :

- Eğer bir ateş yakarak, «Kim bu ateşe kendisini atarsa kıyâmet gününün dehşetini görmeyecek!» deseler idi, hiç tereddüt etmez, kendimi atardım. Hem öyle ki sevincimden ateşe ulaşamadan düşüp ölürdüm.

Ey soru sahibi adam! Görülüyor ki senin de dediğin gibi mes'ele güç. Belki senin sandığından da güç. Fakat Allah'ın ezeldeki takdiri budur. Kişinin yapacağı tek şey, bütün gayretiyle kulluk vazifesini yapmak; Allah'ın gösterdiği ahlâk esaslarına sımsıkı sarılmak ve devam ona niyazda bulunmaktır. Böyle hareket eden bir kimseye Allah'ın rahmetinin yetişmemesi için hiç bir sebep yoktur.

Şimdi gelelim sorunun ikinci şıkkına:

«Bunca güçlükleri, bunca amelleri zayıf insana yüklemek neye? » diyorsun. Böyle bir soru ve itiraz senin büyük bir gaflet içinde bulunduğunu gösteriyor. Doğru ve edepli bir soru şöyle olabilirdi:

- Kişinin bu birkaç küçük ameli, Allah'tan talep ettiği büyük şeylere nasıl mukabil olabilir?

İşte sorunun ikinci şıkkı bu şekilde olmalıydı. Çünkü biliyor musun kişi amelleri karşılığında Allah'tan neler istiyor? İstediği şeylerden meselâ en küçük ikisi şunlardır:

1 — Dünya ve âhirette selâmet bulmak ve sıkıntılara mâruz kalmamak.

2 — Dünya ve âhirette sultanlık tâcını giymek.

1 — Dünyanın fitneleri, âfetleri ve gâileleri öyle çoktur ki melekler bile bu gâilelerden selâmet bulamazlar. Hârût ve Mârût hikâyesi meşhurdur. Bir kişi ölüpte ruhu yükseltildiği zaman melekler şöyle der:

- Bizim en hayırlılarımızın bile bozulduğu dünyadan bu adam nasıl kurtulabildi?

 İşte kişi işlediği amele karşılık, dünyada selâmet bulmak gibi böyle büyük bir şey beklemektedir. Kıyâmetin korku ve sıkıntıları ise o derecede dehşetlidir ki peygamberler bile bu manzarayı görünce, ( nefsî, nefsi. Bugün kendimden başka kimseyi düşünemem!) derler. Hattâ rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulur :

— Kişinin, yetmiş peygamberin sevâbı kadar sevâbı olsa gene kurtulacağından emin olamaz.

Şimdi düşünelim :

— Bir kimse dünya sıkıntılarından kurtulmak istese ve İslâmiyetin esaslarını nefsinde tatbik ederek selâmete erse; âhirette de hiç bir musibete mâruz kalmadan cennete girse bu kolay ve zahmetsiz bir kazanç olmaz mı ?

Sultanlık, tasarruf hakkıdır. Yâni sultan, mâliki olduğu şeyler üzerinde istediği gibi tasarruf edebilir. Böyle bir hak dünyada Allah'ın veli (ermiş) kullarına verilir. Ermişler Allah'ın her türlü takdirine rızâ gösterirler. Onlar için uzaklık - yakınlık mevzuubahis değildir. En uzak bir mesâfe, bir adım mesâbesindedir. Taş, tuğla onlar için altın-gümüştür. Cinler, insanlar, hayvanlar ve kuşlar onların emrine âmâdedir. Ne isterlerse olur. Çünkü onlar yalnız Allah'ın dilediğini dilerler. Halbuki Allah'ın dilediği her şey derhal olur. Allah'tan başka hiç bir şeyden, hiç bir kimseden korkmazlar. Halbuki bütün insanlar onlardan korkarlar. Gene onlar Allah'tan başka hiç bir şey'e hizmette bulunmazlar. Kimseye kulluk etmezler. Hükümdarlar onların yanında çok küçük kalırlar. Ermişler, rütbece hükümdarlardan çok daha yüksektirler.

Âhiret sultanlığına gelince Allah buyurur:

— Orada nereye baksan, bir ni'met ve pek büyük bir mülk (saltanat) görürsün. (4)

Allah'ın büyük dediği bu âhiret mülkünden (sultanlıktan) daha büyük mülk olamaz. Herkes bilir ki dünya başlı başına büyük bir şey değildir. Hayat çok kısadır. Büyük olmayan dünyadan her birimize düşen hisseler de büyük olamaz. Çok kere içimizden birimiz ufak bir dünyalık elde edebilmek için malmı - canını seferber eder. Sonunda bir miktar kazanca sâhip olur. Fakat bu bir miktar da diğer insanlar tarafından çok görülür. Kimisi kıskanır, kimisi imrenir. Bunu kazanıncaya kadar malını - canını tehlikeye attığına bakmazlar bile!..

— Arkadaşım, sultanın sarayının büyük kapısını görünce ağlamağa ve sızlanmağa başladı. Kendisine dedim ki:

— Hükümdar gibi varlık sâhibi olamadığımız için tasalanma. Biz de mal-mülk sâhibi olmayı arzularız. Sâhip olmadan ölürsek mâzür sayılırız.

Şimdi düşünelim. Birisi iki rek'at namaz kılacak veya birkaç kuruş sadaka verecek veyahut da bir iki geceyi ihyâ edecek. Buna karşılık ebedî sultanlık, ebedî saâdet isteyecek veya kendisine verilecek. Arada bir denge var mı? Yapılan istenilenin bedeli mi? Hayır, asla! Değil böyle birkaç ibâdet ebedî saâdetin karşılığı olmak, kişinin binlerle ayrı ruhu ve nefsi olsa, ay zamanda dünyanın ömrü gibi binlerce yıl ömrü olsa da bütün bu zamanlarda ibâdet etse gene kendisine verilen ni'meti hak etmiş olamaz. Eğer bir kimse böyle birkaç ibâdetten sonra istediği ebedî saâdete kavuşursa yâni bu saâdet kendisine verilirse büyük bir ganimete konmuş demektir. 

Gaflet uykusundan uyan ey miskin !

Allah, koyduğu ahlâk esaslarına uyan kullarına başlıca kırk büyük mertebe verir. Onları kırk büyük şerefle şereflendirir. Bunların yirmisi dünyaya, yirmisi âhirete âittir. Dünyaya âit olanlar:

1 — Allah'a itâat eden kimse dâima onu andığı için Allah da devamlı o kulunu anar. 

Bir kul için, kâinâtın mutlak sâhibi Allah'ın kendisini anmasından daha büyük bir şeref olabilir mi? Bir büyük adam seni ansa, senden şitâyişle bahsetse ne neş'elenirsin. Dikkat et bu sefer seni anan fâni bir insan değil; âlemlerin rabbi olan Allah'tır.

2 — Allah senden hoşnut olur. Seni över. 

Bir fâni seni övse koltukların nasıl kabarmaz? Ya seni bütün varlıkların kendisine ibâdet ettiği Allah övse!

1- Seni sever. 

Mahalle muhtarı veya şehrin büyüğü seni sevse nasıl onunla övünürsün. Gittiğin yerlerde bundan bahseder, menfaat temin etmeğe kalkarsın. Dikkat et, bu sefer seni seven bir şehrin fâni bir başka değildir. Bütün kâinâtın sâhibi olan Allah'tır.

4 — Senin vekilin olur. Senin adına işlerini en iyi şekilde görür.

5 — Rızkına kefil olur. Her hâl-ü kârda seni rızıksız bırakmaz.

6 — Senin yardımcın olur. Bu sâyede düşmanlarına gâlip gelir, musibetlerden kurtulursun.

7 — Sana arkadaş olur. Rûhî sıkıntılardan ve değişikliklerden seni korur. Sana izzet ve şeref verir. Zillete düşürmez.

9 — Ehl-i himmetten olursun. Dünyanm alçak ve basit işlerine iltifât etmezsin. Nitekim akıllı olanlar, sabiler ve kadınlarla ihtilât etmez.

10 — Sana gönül zenginliği verir. Böylece geçim husûsunda sıkıntılara düşmezsin.

 11 — Kalbine hikmet ve hidâyet nûru doldurur. Bu sâyede başkalarının yıllarca çalışarak elde edemedikleri bilgi ve sırlara kısa zamanda vâkıf olursun.

12 — Gönlüne dâima ferahlık verir. Böylece mâruz kalacağın mihnet ve musibetler sebebiyle sıkıntı çekmezsin.

13 — Sana bir heybet verir. Bütün insanlar senden korkar, sana hürmet gösterirler.

14 — Bütün insanların kalbinde sana karşı bir sevgi peydâ olur.

15 — Her hareketinde bir bereket olur. Sözünde, işinde, bulunduğun yerde... Konuştuğun insanlarda.

16 — Allah'ın bütün yaratıkları emrinde âmâde olur.

17 — Vahşî hayvanlardan zarar gelmez.

18 — Yer yüzünün bütün ni'metleri ve hazineleri emrine âmâde olur.

19 — Allah ile insanlar arasında bir nevi' elçi olursun. Allah senin kalbine nûr verir. Bu nûrla birçok sırlara vâkıf olursun. Sonra da bunları halka öğretirsin.

20 — Her ne zaman duâ edersen kabûl olur. Kimin için şefaat etsen reddedilmez. Hâtına gelen bir şey'i dilinle söylemeden bu isteğin yerine getirilir.

İşte bu yirmi şey Allah'a itâat eden kimseye Rabbi tarafından bahşedilen şereflerdir.

Şimdi de bu dünya hayâtı bittikten sonra gene Rabbi tarafından kendisine verilecek rütbe ve şerefleri görelim:

1 — Ölümü kolay olur. Ölüm â öyle korkulu bir şeydir ki peygamberler bile onun dehşetinden korkarlar ve ölümlerinin kolay olması için Allah'a yalvarırlardı. Fakat bu derece korkunç olmakla ölüm Allah'ın sevgili kullarına bir bardak tatlı ve soğuk suyu içmek kadar kolay gelir. Nitekim Allah buyurur:

 — Ki bunlar, meleklerin pâk ve sâkin olarak canlarını alacakları kimselerdir. (Selâm ve selâmet size. İşlemekte devam ettiğiniz iyi hareketlerin, amellerin karşılığı olmak üzere girin cennete!) derler. (5)

1- İmanda sâbit kalır. Son nefeste imandan çıkma tehlikesi olmaz. Bu husus çok mühimdir. Daha önce de açıkladığımız gibi Allah'ın has kullarının en çok korktukları nokta budur. Son nefeste îmansız gitme korkusuyla ağlarlar. Allah'a yakarırlar.

Allah buyurur:

— Allah iman edenlere dünya hayatında da, ahirette de o sâbit sözlerinde dâima sebat ihsan eder. Allah zâlimleri (kâfirleri) şaşırtır. Allah ne dilerse yapar. (6)

3 — Allah râhatk verir. Müjdeler gönderir. Nitekim buyurur:

— Hakikat (Rabbımız Allahtır!) deyip de doğruluğu iltizam edenler yok mu? Onların üzerlerine (korkmayın, tasalanmayın, va'doluna geldiğiniz cennetle sevinin!) diye diye melekler inecektir. (7)

4-Ebedî cennetlik olur. Orada Allah'a yakın bulunur.

5-Ölümden sonra melekler o kişinin rûhuna ve cesedine hizmet eder. Ruhunu alırlar, bin bir türlü ikramlarla götürürler. Ay şekilde yıkanırken hizmet ederler. Namazı kılarlar. Bu vazifeleri büyük şeref sayarlar.

6 — Kabir azâbından emîn olur.

7 — Kabri ferah ve cennet bahçelerinden bir bahçe şeklinde olur.

8 — Rûhu birçok ikramlara nâil olur.

9 — Kıyâmet günü haşrolunurken çeşitli izzet-i ikramla karşılaşır.

10 — Kıyâmet günü yüzü nurlu olur. Allah buyurur:

- Yüzler vardır, o gün terü-tâzedir. (8)

— O gün yüzler vardır, parıl parıl parıldar. (9)

11 — Kıyâmet gününün korkularından emin olur.

Allah buyurur:

— Bizim âyetlerimiz hakkında sapıklığa düşenler şüphesiz bize gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılacak olan  hayırlıdır, yoksa kıyamet günü korkusuzca olan mı? Siz dilediğinizi işleyin. Çünkü o, hakkıyle görendir. (10)

12 — Kıyâmet günü hesap defteri sağındân verilir.

13 — Hesâbı kolay görülür. Bâla hiç hesâba çekilmez.

14 — Sevabla günahlarına ağır basar. Bâları sevab - günah tartımına tâbi tutulmaz.

15 — Havz-ı kevserden içerler. Bir daha susamaz.

16 — Sırat köprüsünü çabuk geçer. Cehennemden kurtulur, cehennem ateşinin alevinin sesini bile duymaz.

17 — Kıyâmet meydanında peygamberler gibi şefâat edebilir.

18 — Ebedî cennetlik olur. Orada sâhip olduğu şeyler de dâimîdir.

19 — Allah o kulundan râzı olur.

20 — Keyfiyetsiz olarak Allah'ı görmesi nasip olur.

Biz burada, Allah'a itâat eden kişilerin nâil olacağı şereflerden sâdece bir kaçını saymış olduk. Gerçekte Allah'ın, sâlih kullarına bahşedeceği rütbe ve şereflerin sayısını gene ancak Allah kendisi bilir. Nitekim buyurur:

— Artık onlar için işlemekte olduklarına bir mükâfât olarak gözlerin aydın olacağı ni'metlerden neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilemez. (11)

Peygamberimiz de buyurur:

— Cennette gözlerin kulakların işitmediği, hayâllere gelmiyen ni'metler yaratılmıştır.

Müfessirler, (De ki: Rabbımın sözlerini yazmak için bütün denizlerin suyu mürekkep olsa ve bir o kadar daha yardımcı olarak ilâve etsek, Rabbımın sözleri tükenmeden o denizler tükenir. (12) âyetinin tefsiri hakkında derler ki :

— Buradaki (sözler) den murad Allah'ın cennet ehline bir lûtuf ve ikram olmak üzere söyliyeceği sözlerdir.

Allah'ın ni'metleri bunca çok olunca biz onların binde birini bile dile getiremeyiz. Biz insaz. Fâniyiz. Fâni bir yaratığın ilmi, Allah'ın ni'metlerinin tamamı kavrıyabilir mi? Asla! Allah ezelîdir, varlığının başlangıcı yoktur. Ebedîdir, varlığının sonu yoktur. Bizler ise sonradan vâr olduk. Gene yok olacağız. O halde onun ni'metlerinin çokluğu önünde bizim akıllarımızın durgunluk göstermesi tabiîdir. Aklı olan basiretliler onun yoluna girsinler. Onun, kitâbı Kuranda gösterdiği ahlâk esaslarına uysunlar. İbâdet etsinler. Fakat unutmasınlar ki AIlah'ın kendilerine vereceği ni'metlerin yanında bunlar bir (Hiç) tir. Gene herkes bilsin ki Allah yolunda olabilmek için dört şey mutlaka lâzımdır:

1- İLİM. Bilmeden, körü körüne hiç bir şey yapılamaz.

2- AMEL. Tatbik edilmeyen bilginin hiç bir faydası yoktur.

3 — İHLÂS. Sırf Allah için yapılmıyan, insanlara gösteriş için yapılan ibâdetlerin, iyiliklerin ve amellerin hiç bir değeri yoktur.

4 — KORKU: Kişi ameline mağrur olmıyacak. Allah'ın rahmetini ummakla beraber âklbetini de düşünecek.

Zünnûn Mısrî ne doğru söyler:

— Halk ölüdür, yalnız âlimler diridir. Âlimler uykudadır, yalnız ilmi ile âmil olanlar uyanıktır. İlmi ile âmil olanlar amellerine mağrurdur, aldanırlar; ihlâs sâhipleri aldanmazlar. Fakat onlar da dâima büyük tehlikededirler.

Dört kişiye şaşarım:

BİRİNCİSİ: Akıllıdır, âlim değildir. Bu adam, akıllı olduğu halde nereden gelip, nereye gittiğini, bu dünyaya niçin geldiğini ve sonunun ne olacağı neden öğrenmez? Âhiret hayâtı niçin düşünmez? Allah buyurur:

Onar, Allah'ın klerde ve yerdeki o muazzam mülk ve Allah'ın yarattığı herhangi bir şey’e, belki ecellerinin yaklaşmış olduğuna da hiç bakmazlar mı? Artık bundan sonra hangi bir söze inanacaklar ki. (13)

-  Sahiden onlar diriltileceklerini sammyorlar ? Büyük bir günde. (14)

İKİNCİSİ: Âlimdir, fakat ilmiyle amel etmez. Niçin ilmiyle âmil olmaz? Neden âkıbetini düşünmez? Allah'ın ve peygamberin haber verdiği önündeki büyük tehlikeler üzerinde neden durmaz?

ÜÇÜNCÜSÜ: İlmiyle amel eder, fakat ihlâslı değildir. Riyâkârdır. Allah buyurur:

- De ki: Ben ancak sizin gibi bir insâm. Şu kadar ki, bana yalnız Tanrı’nızın bir tek Tanrı olduğu vahyediliyor. Artık kim Rabbına kavuşmayı ümid ve arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin. Rabbına ibâdette hiç bir kimseyi ve hiç bir şey'i ortak tutmasın. (15)

DÖRDÜNCÜSÜ: İhlâslıdır, fakat âkıbetini düşünmez. Allah'ın öfkesinden korkmaz. Onun sâlih ve ermiş kullarına olan muamelesine bakmaz. Allah'ın kullarına muâmelesi gâyet ciddî ve kesindir. Nitekim mahlûkatın en şereflisi olan peygamberimiz Hz. Muhammed'e bile şöyle hitap etmiştir.

— And olsun ki Habibim sana da senden önceki peygamberlere de şu vahyolunmuştur:

- Eğer Allah'a ortak tanırsan, celâdetim hakkı için, bütün amel ve hareketlerin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun. (16)

Peygamberimiz kendisine bu şekilde hitaplar gelince bir ara şöyle buyurdu:

— Hûd ve benzerleri beni kocalttı.

Sözün özü şu dört âyette toplanmıştır:

1— Ya sizi ancak boş yere yarattığımızı ve hakikaten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (17)

 2— Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yan için ne göndermiş olduğuna baksın. Allahtan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyle haberdardır. (18)

3- Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, biz onla elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah her halde ihsan erbâbıyledir. (19)

Ve hepsini içinde özetleyen âyet:

4 — Kim mücâhede ederse ancak kendi nefsi için etmiş olur. Zira Allah elbette bütün âlemlerden müstağnidir. (Hiç bir şey'e muhtaç değildir.) (20)


(1) Beled Süresi, âyet: 4

(2) Ahzab Süresi, ayet: 72

(3) İnsan, Dehr Süresi, âyet: 1

(4) Dehr, İnsan âyet: 20

(5) Nahl Süresi, âyet: 32

(6) İbrâhim Süresi, âyet: 27

(7) Fussılet Süresi, âyet: 30

(8) Kıyâme Süresi, âyet: 22

(9) Abese Süresi, âyet: 38

(10) Fussılet Süresi, âyet: 40

(11) Secde Süresi, âyet: 17

(12) Kehf Süresi, âyet: 109

(13) A'raf Süresi, âyet: 175

(14) Tatfif Süresi, ayet: 45

(15) Kehf Süresi, âyet: 110

(16) Zümer Sûresi, ayet: 65

(17) Mü'minûn Süresi, âyet: 115

(18) Haşr Süresi, âyet: 18

(19) Ankebût Süresi, âyet: 69

(20) Ankebût Sûresi, âyet: 6


Abidler Yolu, İmam-ı Gazali 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder