Zünnûn-i Mısrî'nin müridlerinden biri, "Ah, kalbim nerede? Kalbimi kim bulacak?" diye bağırarak dönüp duruyordu. Günlerden bir gün, bir sokağa daldı. O sokakta bir kadının evlâdını dövdüğünü gördü.
Kadın çocuğu dövdükten sonra evden dışarı attı ve içeri girip kapıyı kapattı. Küçük çocuk bulunduğu yerde sağına soluna bakınıp durmaya başladı. Nereye gideceğini, ne tarafa yöneleceğini bilemiyordu. Tekrar evinin kapısına döndü ve orada şu sözleri söyleyerek ağlamaya başladı:
"Anneciğim! Sen benim yüzüme kapını kapatırsan, kim bana kapısını açacak? Sen beni kovarsan kim beni yanına yaklaştıracak? Sen bana kızdıktan sonra kim beni yanına sokacak?"
Bu sözleri duyan annesi merhamete geldi. Yerinden kalktı ve kapının arasındaki aralıktan çocuğa şöyle bir göz attı. Bakınca toz toprak içinde kalan evlâdının gözlerinden süzülen yaşların yanaklarına doğru akmakta olduğunu gördü. Hemen kapıyı açtı, çocuğunu içeri aldı ve kucağına oturttu. Yavrusunu öperek şöyle demeye başladı:
"Ey gözümün nuru! Ey benim canımdan daha değerli yavrum! Bütün bunları sana yapmama sen sebep oldun. Sana olan kızgınlık ve öfkemin sebebi de sensin. Eğer sözümü tutup bana itaat etseydin bu kötü durumlarla karşılaşmayacaktın."
Bu sözleri duyan genç kendine geldi. Hemen yerinden fırladı ve, "Gerçekten kalbimi buldum! Kalbimi buldum!" diye bağırmaya başladı.
(İbn Receb el-Hanbelî, Hadislerle İlim ve Hikmet, sf.176)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder